Doğu Afrika’nın “barış ve istikrar ülkesi” olarak bilinen Tanzanya, tarihinin en derin siyasi krizlerinden birine sürükleniyor.
2024 yılında huzur içinde yürüdüğüm Darüsselam sokakları, şimdi öfke ve kaosla dolup taşıyor. Uysal yüzleriyle tanıdığım Tanzanya halkı, 29 Ekim 2025’te gerçekleşen seçim sürecinde sokaklarda sesini yükseltirken şiddetin gölgesi üzerlerine düştü. Dostlarımdan günlerdir haber alamıyorum; internet hizmeti kesildiği için kimseye ulaşamıyor, iyi olduklarından emin olamıyorum.
Krizin tetikleyicisiyse iktidarın muhalefeti sistematik olarak saf dışı bırakma hamlesi oldu. CHADEMA’nın önde gelen isimleri, tartışmalı bir mahkeme kararıyla seçim yarışından elendi. Halkın sandığa olan güveni temelden sarsıldı.
Muhalefet partileri, seçimlere adil katılımın önünün tıkandığını öne sürerek sokaklara indi. Barışçıl başlayan protestolar, güvenlik güçlerinin sert müdahalesiyle çatışmaya dönüştü. Yaşanan çatışmalarda onlarca, bazı kaynaklara göre ise yüzlerce kişinin hayatını kaybettiği bildiriliyor.
Ancak sahadaki bazı tanıklar ve yerel kaynaklar, protestolarda suç gruplarının ve dış bağlantılı provokatörlerin bulunduğunu, bu kişilerin özellikle yağma ve kundaklama eylemlerine karışarak halkın meşru taleplerini gölgelemeye çalıştığı öne sürülüyor. Bu durum, güvenlik güçlerinin sert müdahalesine zemin hazırlarken, barışçıl göstericilerle kargaşayı çıkaran unsurların ayrımını da zorlaştırdı.
Böylesi kaotik atmosferde yapılan seçimlerde, 60 yılı aşkın süredir iktidarda olan Chama Cha Mapinduzi’nin (CCM) adayı ve mevcut Cumhurbaşkanı Samia Suluhu Hassan, resmî sonuçlara göre oyların %98’inden fazlasını aldı. Muhalefetin diskalifiyesiyle rakipsiz kalan Hassan’ın, oy sayım sürecinde uluslararası gözlemcilere ve bağımsız medyaya sınırlı erişim izni vermesi ise zaten şaibeli olan seçim sürecini iyice şeffaflıktan uzaklaştırdı.
Sokaklarda ve sosyal medyada yükselen öfke, Samia’nın ‘Tanzanya’nın Anası’ imajını yerle bir etti. Protestocuların diline pelesenk olan ‘İdi Amin Mama’ (İdi Amin gibi davranan anne) benzetmesi, hayal kırıklığının en çarpıcı ifadesi oldu. Bu benzetme Samia’nın meşhur Uganda lideri İdi Amin düzeyinde şiddet uyguladığı anlamına gelmese de giderek sertleşen yönetim tarzının açık göstergesi olarak yorumlanıyor.

Samia’nın kadın olması, onu daha adil ya da şefkatli yapmadı. Tam tersine, erkek egemen siyasetin tüm araçlarını ustalıkla kullanarak iktidarını güçlendirdi.
Peki, ‘Mama Tanzania’ sıfatıyla halkının bağrına basılan, sakin ve kapsayıcı tavrıyla tüm kıtada umut dalgası yaratan bir lider, nasıl oldu da sokakların ‘İdi Amin Mama’sı haline geldi?
Samia yönetimini destekleyen kesim, kendisine yönelik eleştiri ve protestoların arka planında, Zanzibarlı ve Müslüman bir kadın lider olmasından kaynaklanan önyargıların bulunduğunu öne sürüyor. Bu iddianın, belirli muhalif çevreler için geçerli olabileceği bir gerçeklik payı taşıdığı kabul edilebilir. Ancak bu dönüşümün ardında, kimlik siyasetinin ötesinde, Tanzanya’nın tarihsel çıkmazları ve kangrenleşen ekonomik eşitsizlikler gibi çok daha derin yapısal sorunlar yatıyor.
İSTİKRARIN GÖLGESİNDE
1961’de bağımsızlığını kazanan Tanzanya, kurucu lider Julius Nyerere’nin barışçıl mirasıyla onlarca yıl istikrarın simgesiydi. Nyerere’nin “Ujamaa” (Afrika sosyalizmi) felsefesiyle şekillenen ilk yıllar, ulusal kimlik ve dayanışma duygusunu güçlendirdi. Ancak bu model, bireysel girişimciliği ve çok sesliliği zamanla tek parti yönetimi lehine bastırdı. Nyerere’nin sosyalist mirası, yerini zamanla bürokratik bir parti düzenine bıraktı.
1992’de çok partili hayata geçilse de “çokluk” hiçbir zaman gerçek bir iktidar değişimi olasılığına dönüşmedi. CCM, devlet kurumları ve medya üzerindeki etkisi, tartışmalı seçim uygulamaları ve muhalefeti etkisizleştirme stratejileriyle her seçimden galip çıktı. Tanzanya halkı, istikrarın bedelinin siyasi “sessizlik” olduğunu kabullenmiş görünüyordu.
DİNİ VE ETNİK NEDEN
Nüfusu 70 milyona yaklaşan Tanzanya, 120’den fazla etnik grup ve çok dinli bir yapıya sahip. Bu çeşitliliğe rağmen ülkede ciddi bir etnik veya mezhepsel çatışmanın yaşanmamış olması, Nyerere döneminden beri sürdürülen “önce Tanzanyalıyız” anlayışının başarısı. Ancak bu model, etnik kimlikleri siyasete taşımanın yasaklanmasıyla ülke birliğini korurken, farklı kimliklerin politik temsilini de zayıflattı.

İşte bu hassas dengede Samia Suluhu Hassan’ın yükselişi ayrı bir anlam taşıyordu. Zanzibar kökenli, Müslüman ve kadın bir lider olarak hem kıyı bölgelerinin hem de kadınların sesi olacağı düşünülmüştü. Başlangıçta halkın “Mama Tanzania” (Tanzanya’nın Anası) diye bağrına bastığı Samia, zamanla beklenmedik bir dönüşüm geçirdi.
KIRILAN UMUTLAR
2021’de Cumhurbaşkanı John Magufuli’nin ani ölümü, Tanzanya için beklenmedik bir dönüm noktası oldu. “Buldozer başkan” lakaplı, Batı karşıtı söylemleriyle tanınan Magufuli’nin yerine geçen Samia Suluhu Hassan, ülkenin ilk kadın lideri olarak sadece Tanzanya’da değil, tüm Afrika’da umut dalgası yarattı.
Ancak beklentiler yerini hayal kırıklığına bıraktı. Samia’nın liderliği, yumuşak bir tonla yürütülen ama Magufuli döneminin baskı mekanizmalarını daha da kurumsallaştıran bir otoriterliğe dönüştü.
Hassan yönetimi, vaat ettiği ekonomik refahı topluma ulaştıramadı.
EKONOMİK BÜYÜME VE TOPLUMSAL PATLAMA ARASINDAKİ TEZAT
Tanzanya son yıllarda Afrika’nın en hızlı büyüyen ekonomilerinden biri olarak öne çıkıyor.
Turizm, madencilik, enerji ve liman işletmeciliği ülkeye önemli sermaye akışı sağlıyor. Ancak bu makroekonomik başarı, toplumun geniş kesimlerine yansımıyor.
En zengin %10’luk kesim, ulusal gelirin %30’undan fazlasını alırken, en alt %40’lık kesimin payı %16’nın altında. Kıyı bölgeleri (özellikle Darüsselam ve Zanzibar), iç bölgelere göre 2 kat daha yüksek gelir düzeyine sahip. Arusha ve Dodoma’da genç işsizlik oranı %35’i aşarken, kıyı şehirlerinde bu oran %20 civarında.
Turizm ve madencilik milyonlar kazandırsa da hem gelirler yabancı şirketlerin elinde hem de yerel halk bu pastadan neredeyse hiç pay alamıyor. Altın ve elmas gelirleri büyük ölçüde yabancı şirketlerin kontrolünde. Çin, BAE ve Aga Khan Vakfı gibi aktörler, ülkenin ekonomik düzeninin görünmez mimarları olarak öne çıkıyor.

Samia’nın iktidarı, bu yapısal eşitsizliklere bir çözüm getirmedi. Aksine, önceki yönetimlerin miras aldığı ekonomik modeli benimsedi ve onu daha da ileri götürdü. Nitekim, onun döneminde nihai onayı alıp hız kazanan EACOP (Fransa’nın Uganda-Tanzanya petrol boru hattı) ve BAE şirketi DP World’ün liman işletme anlaşmaları, halkın “ülkenin kaynaklarını satıyorlar” söylemiyle en çok tepki gösterdiği projeler arasında. Refah vaat edilip adalet sağlanamadığında, en sabırlı toplumlar bile sessiz kalamadı.
REFORMİST SÖYLEMDEN BASKI REJİMİNE
Oysa Samia’nın ilk ayları gerçekten umut vericiydi: Basın yasaklarını kısmen kaldırdı, tutuklu muhalifleri serbest bıraktı, Batı ile ilişkileri yumuşattı. Kadın girişimciliği programları başlattı, IMF ve Dünya Bankası ile yeniden diyaloğa geçti. Darüsselam yeniden yatırımcıların radarına girdi.
Lakin Samia’nın reformist söylemleri hızla kayboldu. Yüksek vergiler, azalmayan yoksulluk, artan genç işsizliği ve derinleşen bölgesel eşitsizlikler, ekonomik büyümenin sadece elitlere hizmet ettiğini gösterdi. Kısa sürede baskılar geri döndü; gazeteciler tutuklandı, mitingler yasaklandı. 2025 seçimleri öncesinde devletin tüm kademeleri CCM lehine yeniden yapılandırıldı. Kenya’daki protestoları eleştirirken “demokrasiye saygı” vurgusu yaptığı aynı gün, kendi ülkesinde internet erişimini kesti.
ULUSLARARASI SESSİZLİK
Muhalefet lideri Tundu Lissu’nun seçim öncesinde “hapiste kalmayı tercih ettiğini” açıklaması, Tanzanya’daki siyasi ortamın fotoğrafını çekmeye yetiyordu. Ancak bu iç kriz karşısında uluslararası arenadan yükselen sessizlik, en az içerideki baskı kadar çarpıcıydı.
Afrika Birliği ve SADC gibi bölgesel yapılar, geleneksel “iç işlerine müdahale etmeme” politikalarının arkasına sığındı. Fakat asıl dikkat çeken, Batılı başkentlerin kayda değer bir tepki vermemesiydi. Bu sessizliğin arkasında, Samia Suluhu Hassan yönetiminin Batılı şirketler ve kurumlarla derinleştirdiği stratejik ortaklıklar yatıyordu.
Shell ve TotalEnergies, onun döneminde nihai onayı alan dev EACOP petrol boru hattı projesinin ortaklarıydı. DP World ile liman işletme anlaşmaları imzalanmış, Barrick Gold gibi madencilik devleriyle yıllardır süren vergi anlaşmazlıkları yumuşatılmıştı. IMF ve Dünya Bankası ise, Magufuli döneminde gerilen ilişkileri normale döndürmenin memnuniyeti içindeydi.

Batı için, ‘istikrar’ sözcüğünün tanımı değişmişti: Artık demokrasi ve insan haklarından ziyade, milyarlarca dolarlık yatırımların ve enerji arz güvenliğinin kesintisiz devam etmesi anlamına geliyordu. Bu yüzden diplomatik nezaket sınırlarını aşmayan “şeffaflık” çağrıları, Tanzanya halkının demokrasi talebinin önüne geçti. Sessizlik, bir politika tercihi değil, ekonomik çıkar hesaplarının sonucuydu.
AFRİKA GENÇLİĞİNİN UYANIŞI
Bugün Tanzanya’da sokaklara taşan öfke, kendi kaderini tayin etmek isteyen bir halkın çığlığı oldu. Bu öfke kör bir isyan değil; adalet, fırsat ve dürüstlük talebi.
Yalnızca Tanzanya’da değil, Afrika’nın dört bir yanında gençler sokağa çıkıyor. Kamerun, Kenya, Fas, Madagaskar gibi birçok ülkede genç kuşak, yolsuzlukları, işsizliği ve baskıcı yönetimleri artık kabullenmiyor. Bu protestolar her ne kadar doğrudan seçim sonuçlarını değiştiremese de Afrika’daki otoriter liderler için ciddi bir erken uyarı sistemi işlevi görüyor.
Kıtanın bir diğer ‘barış örneği’ sayılan Zambiya yönetimi Tanzanya’da yaşanan süreci yakından takip etmeli. 2021’de büyük umutlarla seçilen Hakainde Hichilema (HH), başlangıçta demokrasi ve ekonomik reform sözü verdi. Ancak yolsuzluk iddiaları, yüksek yaşam maliyeti ve baskıcı uygulamalar, halkın sabrını tüketiyor. Eğer 2026’da seçim süreci şaibelerle gölgelenirse, Zambiya gençliği de Tanzanya’daki akranları gibi sokağa inmeye hazır görünüyor.
Sokaklardaki gençlerin mesajı net: “Sessiz çoğunluk” sandığınız kitleler artık dijital iletişimle örgütlenebiliyor ve taleplerini net bir şekilde dile getirebiliyor.
Elbette bu direniş hareketlerinin arasına sızan, halkın meşru öfkesini kendi çıkarı için kullanan bazı gruplar da var. Ancak bunu Afrika gençliğinin adalet arayışını gölgeleyecek bir gerekçe olarak görmemeli. Gençlik, kıtanın geleceğini bizzat inşa etmek istiyor.
Tanzanya bugün karanlık bir tünelden geçiyor ancak o tünelin sonunda bir ışık var: Artık kimse istikrar adına susmayı kabul etmiyor.

