Dünya sinema tarihi üzerine önemli pek çok belgesel vardır. 15 bölümden oluşan Sinemanın Hikayesi (The Story of Film: An Odyssey, 2011) adlı yapıt da bunlardan biridir ve kült filmleri, ünlü yönetmenleri ve yapımcıları, ülke sinemalarını görürüz ancak burada göremediğimiz “bilinmeyen sinemalar” vardır. Çok sayıda ülkeden söz eden bu kapsamlı çalışmada Afrika sinemalarına, filmlerine rastlayamayız. Büyük bir kıtanın sinemalarından sadece birkaç filmden söz eder Mark Cousins. Sinemanın Hikayesi ile Bilinmeyen Sinemalar Film Festivali’nin (2011) aynı yılda üretilmiş olması bir rastlantıdır belki. Ancak Cousins’in çalışmasındaki boşluğu, ülkemizdeki festivalle doldurduğumuzu varsayalım ve bu festivalin, ülkemizde Afrika Sinemaları üzerine yapılan ilk sanatsal etkinlik olduğunu bilip farklı bir pencere açalım Afrika’nın sinemalarına. BİLSİNFEST’te Ousmane Sembene’nin Borom Sarret’inden (1963), Lee Isaac Chung’un Munyurangabo (2007) filmine kadar adı, şanı duyulmamış büyük bir coğrafyadan onlarca film vardır. Ancak üzülerek belirtmek gerekir ki, festival daha sonraki yıllarda sürdürülememiştir.
Sinemanın Hikayesi belgeseli kadar pek bilinmeyen bir belgesel vardır. Samba Gadjigo ve Jason Silverman’nın Sembene! (2015) adlı yapıtında, edebiyatçı ve sinemacı Ousmane Sembene’nin çalışmalarına odaklanan iki yönetmen, bu çalışmalarında yaklaşık yüz saatlik bir görüntüden faydalanarak belgeseli kurgulamıştır. Sembene’nin hayatına ve çalışmalarına odaklanan biyografi türündeki çalışmada Senegal, Burkina Faso ve Fransa’da yapılan röportajlar ve kapsamlı görüntüler bulunur. Afrika Sinemasının öncü yönetmenine bir saygı duruşu olarak okuyabileceğimiz bu çalışma, yönetmen Sembene’nin elli yılı aşkın sinemasını ve mücadelesini anlamak, Afrika ve Afrikalıların olumsuz imajının kaynaklarının nedenlerini bilmek ve bundan daha fazlasına öğrenmek, fark etmek için önemli bir başvuru kaynağıdır.

Belgeselin açılışında, yönetmen Gadjigo, Sembene’nin filmlerini ve yaşamını anlatırken önemli bir konuya değinir: Sembene, ona “mirasını koruması” gerektiğini söylemiş ve şu uyarıda bulunmuştur: “Eğer Afrikalılar kendi hikayelerini anlatmazsa, Afrika yakında ortadan kaybolacak.”
Sembene, edebi eserlerin yalnızca sınırlı bir kitleye ulaşabildiğini fark ettiği için sinemaya yönelmiştir. Onun bu sözleri, film yapma amacının ne kadar bilinçli olduğunu gösterir: Hikaye anlatımının gücünü kavramış bir sanatçı olarak, sinemanın kitlelere ulaşma potansiyelini kullanmak istemiştir.
Fransızca okuma ve yazmayı kendi kendine öğrenen ve 1956 yılında ilk romanı olan “Kara Liman İşçisi”ni kaleme alan Sembene’nin temel inancı şudur: Afrika’nın hikayeleri (roman, hikaye, film) Afrikalılar tarafından yazılmalı ve yine onlar tarafından anlatılmalıdır. Bu bilince varmasında önemli bir dönüm noktası, çocukluğunda Senegalli bir sanatçının hikayelerini keşfetmesi olmuştur. Bu keşif, onun için ilk kıvılcımı yakmış ve kimliğini bulmasına yardımcı olmuştur. Bundan sonra kendini Fransa’da değil, Afrika’da konumlandırdığını söyler.
Belgeselde Gadjigo, Sembene’yi anlatırken geçmiş ve bugün arasında gidip gelerek hem onun mirasına hem de film yapım sürecinde yaşadığı zorluklara yer verir. Belgeselin en acı veren gerçeği şudur: Sembene 2007’de vefat etmiş, ardında büyük bir miras bırakmıştır. Ancak yönetmen Samba Gadjigo, Sembene’nin evinin kapısını açıp anılarına yolculuk başlattığında karşılaştığı manzara yürek burkucudur. Ev tam bir harabe olmasa da yıllardır terk edilmiş bir mahzeni andırır. Bu adeta bir yıkımdır: Sembene’nin filmlerinin bulunduğu makaralar paslanmış, hatta çürümeye başlamıştır. Geride dağınık, tozlu ve sahipsiz bir miras kalmıştır. Sembene belgeseli bir yönetmenin ölümünden sonra eserlerine sahip çıkılmamasına, onların korunamayışına karşı güçlü bir sitem ve ağıt niteliği taşır.

Senegalli Sembene, Samba Gadjigo için bir öğretmen konumundadır. Gadjigo, Sembene’nin Moolaadé (2004) filmi başta olmak üzere birçok çalışmasını, henüz hayattayken belgesele dönüştürmüştür [2]. Sembene, Ô pays, mon beau peuple! (Ey Ülkem, İyi İnsanlarım, 1957) ve Les bouts de bois de Dieu (Tanrının Odun Parçaları, 1960) adlı romanlarıyla büyük yankı uyandırmıştır. 1960 tarihli eserini ise “sendika kardeşlerine, tüm sendikacılara ve bu dünyadaki benzer yapılara” ithaf etmiştir.
Belgeselin pek çok bölümünde, Sembene’nin isyanının temelinde yatan sömürgeci öfkeye, özellikle Fransız sömürgeciliğinin yarattığı tahribata değinilir. Bu tahribat bağımsızlık sonrası dönemde de sürdüğü için Sembene önemli bir karar verir. 1960’lı yıllarda Afrika halklarının neredeyse %85’i okuma yazma bilmemektedir. Bu gerçekle yüzleşen Sembene, Afrika’yı gezip halkla konuştukça film yapmanın güçlü bir araç olduğunu fark eder.
Belgeselde de sıklıkla değinilen Sembene’nin öfkesini ve isyanını anlamanın birkaç temel noktası vardır. Bağımsızlık öncesi Afrika’nın birçok bölgesinde film yapmanın yasak olması, Afrikalı önemli sinema araştırmacısı Manthia Diawara’nın işaret ettiği “sorunlu Afrikalı imajı”nın varlığı ve bağımsızlık sonrası ortaya çıkan Afrikalı yeni elitlerin durumu bunlar arsındadır.
Samba Gadjigo, Ousmane Sembene’nin biyografisinde sadece “Afrika Sinemasının Babası”nı değil, aynı zamanda sanatı toplumsal dönüşüm aracı olarak gören devrimci bir aydını resmeder. Gadjigo’ya göre Sembene’nin sanat anlayışının temelinde iki ilke yatar: Sanatçının tarihsel ve sosyal sorumluluğu ve halkının bilincinde devrimci bir dönüşüm ateşleme misyonu. Sembene’nin eserlerinde bu ilkeler somut biçimde görülür.

Xala filminde sanatın özgürleştirici bir faaliyet olduğunu gösteren Sembene, God’s Bits of Wood eserinde ise sömürgeci tarih anlatılarını ters yüz ederek sıradan Afrikalı işçileri “tarihe yön veren ve kendi tarihini tayin eden” özneler olarak tarif eder. Bu yaklaşımıyla okuyucuda ve izleyicide sınıf, ırk ve kültür konularında derin bir politik bilinç uyandırır.
Gadjigo, Sembene’ye dair bu entelektüel çerçeveyi, yönetmenin kişisel azmi ve özverisiyle somutlaştırır. Sembene, bireysel konforu reddeden ve her eserini insanlığın daha iyi bir gelecek inşasına katkıda bulunacak bir yapı taşı olarak gören bir sanatçıdır. Bu nedenle Gadjigo’ya göre Sembene, sanatı kâr ya da salt estetik kaygılarla değil, toplumsal değişim ve özgürleşme amacıyla kullanan biridir.
Belgeselde de vurgulandığı üzere, Afrika için bu denli önemli bir yönetmenin maddi mirasına (filmleri, eserleri, evi) sahip çıkılamamış olması son derece düşündürücüdür. Sembene’nin maddi mirasının yanı sıra manevi mirasına da sahip çıkılması gerektiği unutulmamalıdır.
Sembene ile ilgili önemli bir belgesel de Manthia Diawara ve Ngugi Wa Thiong’o tarafından Sembene: The Making Of African Cinema (1994) adıyla yapılmıştır.
Bahsi geçen belgesel, The Making Of Moolaadé’dir.
Gadjigo, S. (2008). Art for man’s sake: A tribute to Ousmane Sembène. Framework: The Journal of Cinema and Media, 49(1), 30–34. https://doi.org/10.1353/frm.0.0014

