Yirmi yılı aşkın süredir Dzaleka Mülteci Kampı’nı “evim” olarak adlandırıyorum. Ancak burada “ev” kelimesi hiçbir zaman tam anlamıyla ev gibi hissettirmedi. Dzaleka geçici bir yer olarak tasarlanmıştı ama bizim için zamanla tek sığınak haline geldi.
Bugün kamp, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Ruanda, Burundi, Somali ve Etiyopya’dan gelen binlerce mültecinin oluşturduğu bir topluluk. Burada doğan çocuklar artık kendi çocuklarını büyütüyor. Okullar ve küçük pazarlar kuruldu, ancak bu süreçte tek sabit şey vardı: Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR).
Şimdi ise artan bütçe kesintileri, UNHCR’ın faaliyetlerini ciddi biçimde azaltmasına ve kampın geleceğini belirsizliğe sürüklemesine neden oldu. 56 bin mültecinin yaşadığı Dzaleka’nın tamamen kapanabileceği korkusu büyüyor.
Yıllardır UNHCR biz mülteciler için bir can simidiydi. Sadece bir kurum değil, umutsuzluğa karşı kalkanımızdı. Gıda, barınma, sağlık ve eğitim sağladı; bize düzen ve güven duygusu verdi. Ancak Malavi hükümetinin katı “kamp politikası” nedeniyle toplumla bütünleşmek hiçbir zaman mümkün olmadı. Bu yüzden çoğumuz için tek umut, yeniden yerleştirilme programlarıydı.
Bu umut, ABD Başkanı Donald Trump’ın göreve gelmesiyle sönmeye başladı. ABD’ye mülteci kabulü askıya alındı, uçağa binmeyi bekleyenler bile süresiz olarak beklemeye zorlandı. Kampta belirsizlik ve korku hâkim oldu. İnsanlar UNHCR kapısı önünde bilgi almak için toplanıyor, “Ne zaman?” sorusu yerini “Acaba?”ya bırakıyordu.
YARDIMLARIN HER AN KESİLEBİLECEĞİ ENDİŞESİ
Başlangıçta UNHCR’ın çekileceğine dair söylentiler vardı. Ancak Mayıs ayında UNHCR ve Dünya Gıda Programı (WFP) tarafından düzenlenen bir toplantıda, bu endişelerin gerçek olduğu açıklandı. Kurumun kaynaklarının büyük ölçüde kesildiği, WFP’nin de aynı kaderi paylaşabileceği bildirildi.
Sonrasında UNHCR ofisleri kapanmaya, personel sayısı azalmaya başladı. Araçlar satıldı. 8–9 dolarlık kişi başı gıda yardımı hâlâ devam etse de, her an sona erebileceği endişesi herkesi etkiliyor.
Bu kesintiler yalnızca gıda yardımlarını değil, eğitim ve sağlık hizmetlerini de vurdu. Plan International çocuk koruma ve insan hakları faaliyetlerini durdurdu. Church Action in Relief and Development kapandı. Sağlık merkezi personelini azalttı. Kampın zaten kırılgan yapısı çökmeye başladı.

UNHCR bursuyla üniversiteye devam eden birçok öğrenci geleceğini belirsizlik içinde buldu. Gençlere yönelik sağlık ve danışmanlık hizmetleri de sona erdi. Cinsel sağlık eğitimi, HIV testleri ve psikolojik destek artık yok. Gönüllülere ödenen aylık 50 dolarlık küçük destek bile kesildi. Bir zamanlar kahkahalar ve müzikle dolu gençlik merkezi şimdi kilitli ve sessiz.
UMUTTAN BELİRSİZLİĞE
Kampın atmosferi değişti. Umut yerini çaresizliğe bıraktı. Hırsızlıklar arttı, genç erkekler hayatta kalmak için küçük suçlara yöneldi. Güvenlik zayıfladı. Kadınlar için durum daha da kötü: Pek çok genç kadın geçimini sağlamak için istemeden seks işçiliğine sürükleniyor.
Dzaleka, her zaman güvenlik ile tehlike arasındaki bir çelişkiydi. İnsan kaçakçılığı ağlarının merkezi haline gelen kampta, UNHCR’ın denetiminin azalmasıyla riskler büyüyor. Artık insanlar seslerini çıkardıklarında bile kaybolmaktan korkuyor.
UNHCR uzun yıllar boyunca bizim savunucumuzdu; yetkililerle arabuluculuk yapıyor, hukuki destek sağlıyor, sesimizi duyuruyordu. Şimdi o koruma kalkanı da zayıflıyor. Yerel halktan gelen tepkiler ve hükümetin kısıtlamaları artıyor. Zorla geri gönderilme korkusu yayılıyor.
Geceleri kamp sessizleştiğinde aklımdan hep aynı soru geçiyor:
UNHCR olmadan biz ne yapacağız?
Bizi koruması gereken sistem yavaş yavaş ortadan kalkarken nasıl ayakta kalacağız?
Yine de her sabah uyanıyoruz. Su taşıyor, bulabildiğimizi pişiriyor ve beklemeye devam ediyoruz. Beklemek artık hayatımızın bir parçası oldu – yardım, umut, ya da bir gelecek beklemek…
Ama içimizde hâlâ sönmeyen bir umut var: Bir yerlerde birilerinin bizi hatırlayacağına dair inanç. Belki de UNHCR’ın çekilişi hikâyemizin sonu değil, kendi kalemimizle yazacağımız yeni bir başlangıçtır.