Charlie Chaplin’in 1925 tarihli Altına Hücum filminde Big Jim McKay, ellerinden büyük olmayan bir külçeyle “Buldum! Altın dağını buldum!” diye bağırır. Küçük parça, büyük bir serveti ima eder; ama izleyicinin aklındaki esas soru şudur: Bir avuç metal gerçekten bir dağın sağladığı güvenlik ve ihtişama denk olabilir mi?
ABD şu anda benzer bir durumla karşı karşıya. Ukrayna ile imzaladığı nadir toprak elementi (NTE) anlaşması, kâğıt üzerinde umut verici görünse de, gerçekte Big Jim’in külçesi gibi daha çok sembolik olabilir. Rezervler mevcut, ancak eski, riskli ve savaşın ortasında olduğundan erişimi zor.
Geçen ay ABD, Grönland’i satın alma girişimi gibi sıra dışı fikirlerin ötesine geçerek, NTE yarışında ilk ciddi adımını attı ve Ukrayna ile bir tedarik anlaşması imzaladı. Ancak buna “atılım” demek fazlaca cömert olur.
Çünkü Ukrayna’nın tahmini 5 milyon tonluk rezervi (ABD’nin mevcut rezervlerinin üç katı) Çin’in mutlak hakimiyeti karşısında yetersiz kalıyor. Üstelik bu veriler Sovyet dönemine ait eski çalışmalara dayanıyor ve sahaların büyük kısmı işletilemeyecek kadar maliyetli olabilir. Anlaşma, ABD’ye Ukrayna’daki gelecek madencilik ve enerji projelerinde öncelik sağlıyor ama kontrol hakkı veya kısa vadeli etki sağlamıyor.
Öte yandan bu anlaşma sadece NTE ile sınırlı değil, 55’ten fazla doğal kaynağı, petrol ve doğalgazı da kapsıyor. Meşhur bir deyişle: ”Ayıyla aynı yatağa girersen, oradan yara almadan çıkmayı bekleyemezsin.” Üstelik Rusya, hâlâ Ukrayna’nın kaynak bakımından zengin bölgelerinin çoğunu kontrol ediyor. Siperlerin altını kazmak, altın aramak kadar tehlikeli hale geldi.
ABD, ikinci bir Mountain Pass (şu anki tek yerel kaynağı) hayata geçirmek istiyorsa, bu jeopolitik denklemde belki de ikinci bir Marshall Plan’ına ihtiyaç duyacak.
ÇİN SESSİZCE İLERLİYOR
Çin ise aynı satranç tahtasında stratejik ve sessiz hamlelerle öne geçiyor. 2029 yılına gelindiğinde, Afrika’nın öngörülen maden arzının %40’ı halihazırda Çin destekli şirketlerce kontrol ediliyor olacak. Pekin destekli firmalar; Tanzanya’daki Ngualla, Malavi’deki Songwe Tepesi ve Uganda’daki Makuutu gibi önemli sahalarda büyük paylara sahip. Hammaddeler Çin’e taşınıp orada işleniyor.
Fakat Afrika tek odak noktası değil. Çin, Orta Asya’da da “yedek hatlar” inşa ediyor. Nisan 2025’te Kazakistan, Karaganda bölgesinde 20 milyon tonluk bir rezerv keşfettiğini açıkladı. Bu, ülkeyi kâğıt üzerinde dünyanın en büyük üçüncü NTE sahibi yaptı. Sadece birkaç hafta önce, Çin’in East Hope Group’u burada 12 milyar dolarlık dev bir işleme tesisi kurmak için anlaşma imzaladı.
Komşu Kırgızistan da Kutessay yatağının işletme haklarını Çinli bir firmaya verdi. Çin, teknoloji ve yatırım karşılığında Orta Asya’daki tedarik zincirine yeni bir halka daha eklemiş oldu.
YENİ ÇATIŞMA ALANI GRÖLAND
Küresel NTE yarışının bir diğer kritik noktası da Grönland. Pekin, Washington ve Brüksel bu bölgeyi yakından takip ediyor. Üç büyük NTE projesi, kaynak diplomasisi ile çevre hassasiyeti arasında gidip geliyor.
Pekin, hisseler, ortaklıklar ve satın alma teklifleriyle bu alana girmeye çalıştı, ancak yerel yasalar, AB ve ABD baskısı ve özellikle 2021’de çıkarılan uranyumla birlikte madenciliği yasaklayan yasa bu girişimleri engelledi. Washington, özel sektör yatırımları ve EXIM Bank finansmanı ile Çin’siz bir tedarik zinciri kurmaya çalışırken; Brüksel, Danimarka üzerinden Grönland’ı AB’nin hammadde ağına katma çabasında.
ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’na (USGS) göre Grönland’da 1,5 milyon tonluk kanıtlanmış rezerv var. Tek bir maden bile dünya arzının %15’ini karşılayabilir tabii eğer yasal engeller aşılırsa. ABD eski Başkanı Trump’ın Grönland’ı “bir şekilde alacağız” çıkışı, bu stratejik arzunun önemini zaten ortaya koymuştu.
Grönland henüz Big Jim’in altın külçesini bulmuş değil. Ancak Arktik rüzgarlar, küresel nadir toprak dengesini değiştirebilir. Şimdilik Çin, düşük düzeyde hisselerle “bekle ve gör” stratejisini sürdürüyor; Washington baskıyı artırıyor; Brüksel ise altyapı inşa ediyor.
MADEN YARIŞINDA YENİ BİR GÜÇ: TÜRKİYE
Washington savaş bölgelerindeki belirsiz rezervlere sarılırken, Çin Afrika ve Orta Asya’da zincirlerini güçlendirirken, Türkiye sessiz bir devrimin eşiğinde. Bu devrim, küresel maden hakimiyet düzenini yeniden şekillendirebilir.
Ulusal İstihbarat Akademisi (NİA) raporuna göre, Eskişehir/Beylikova bölgesinde 694 milyon tonluk NTE rezervi bulunuyor. Bu, yalnızca Çin’in Bayan Obo bölgesinden sonra geliyor. Üstelik bu spekülasyon da değil, kanıtlanmış kapasite.
Türkiye, şimdiden 10 bin ton kapasiteli pilot bir üretim tesisi kurdu. Yıllık 570 bin tonluk rafinaj hedefiyle, Avrupa’nın tartışmasız NTE merkezi olma yolunda ilerliyor. Çin dışında bu ölçekte üretim yapabilecek çok az ülke var.
Küresel NTE pazarı 2024’te 325 milyar dolardan, 2040’a kadar 770 milyar dolara ulaşması beklenirken; Türkiye artık sadece kaynak sahibi değil, aynı zamanda Doğu ile Batı arasında stratejik bir geçit haline geliyor.
Elektrikli araçlardan türbinlere, savunma sanayisinden ileri teknoloji ürünlerine kadar trilyon dolarlık sektörler artık tek kaynağa bağımlı kalamaz. Türkiye, AB Gümrük Birliği üyeliği, büyük limanlara yakınlığı ve bölgesel taleplere erişimiyle, Çin’siz bir tedarik koridoru için doğal merkez konumunda.
Bu stratejik önemin altı çizilmeli. Çin, geçmişte Japonya’ya ihracat yasağı uygulamıştı; 2025 Nisan ayında ise ABD’ye bazı NTE’lerin ihracatını durdurdu. Türkiye’nin yükselişi, nadir bulunan ama zamanında gelen bir alternatif sunuyor: Güvenilir bir müttefik, sanayi kapasitesi güçlü bir aktör ve hem Avrupa hem Asya pazarlarına lojistik erişimi olan bir merkez.
Bu maddeler, akıllı telefonlardan rüzgar türbinlerine, elektrikli araçlardan savunma sistemlerine kadar pek çok teknolojinin temel bileşeni. Türkiye’nin vizyonu ise net; Hammaddeyi, stratejik özerklik sağlayacak bir değere dönüştürecek yerli bir ekosistem kurmak. 10 yıllık yol haritasıyla sadece rezerv sahibi değil, katma değerli ihracatçı ve teknoloji sağlayıcısı olmayı hedefliyor.
Kısacası Türkiye, yarışa sonradan yetişen değil, öne geçen ülke konumuna geliyor. Güçlü rezervleri, bölgesel etkisi ve uluslararası ilgiyi üzerine çekmesiyle, Çin’in alternatifi değil; kendi başına stratejik bir eksen olarak nadir toprak yarışının yeni kilit oyuncusu olma yolunda ilerliyor.
Kaynak: TRT World