17. yüzyılın sonlarında Muhammed bin Ali es-Senûsî tarafından kurulan Senûsiyye Tarikatı, İslâm dünyasında emperyalist işgallere karşı verdiği mücadeleyle tanındı. Cezayir kökenli olan Ali es-Senûsî, Fas’tan Mekke’ye kadar uzanan coğrafyada gezerek Müslüman toplumların sorunlarını yakından gözlemledi. Ancak görüşlerinin reformist bulunması nedeniyle Cezayir’deki Fransız yönetimi tarafından dışlandı.
Bu baskılar sonucunda Trablusgarp’a geçen Senûsî ve müritleri, Derne-Bingazi bölgesinde Beyda Zaviyesi adını verdikleri dini ve siyasi merkezlerini kurdu. Onun vefatının ardından yerine geçen oğlu Mehdi es-Senûsî, Büyük Sahra’da Fransızlara karşı önemli bir direnişe öncülük etti. Bu süreçte, Sultan II. Abdülhamid döneminde Osmanlı yönetimi Senûsî hareketine daha sıcak yaklaşmaya başladı. İstanbul, Senûsîleri İslam dünyasının birliğini sağlamak için bir köprü olarak görüyordu.
1902 yılında Mehdi es-Senûsî’nin vefatının ardından tarikatın başına Ahmed eş-Şerif es-Senûsî geçti. Fransızlara karşı mücadelesini sürdüren Ahmed es-Senûsî, Trablusgarp’ta yaklaşan İtalyan işgali tehdidini fark ederek odak noktasını bu yeni saldırıya çevirdi. 1911’de İtalyanların Libya’yı işgaliyle birlikte, Türk subaylar ve Senûsîler arasında ilk somut askeri ittifak kuruldu.

TÜRK-SENUSİ İTTİFAKI
Trablusgarp Cephesi’nde Türk subayları, Senûsîlere düzenli ordu disiplini ve gerilla savaşının inceliklerini öğretirken, bu süreci yakından izleyenler arasında sonradan “Çöl Aslanı” olarak anılacak Ömer Muhtar da vardı. İki taraf arasında karşılıklı saygıya dayalı güçlü bir bağ kuruldu. Ahmed es-Senûsî’nin İtalyanlara karşı yürüttüğü mücadele, Osmanlı’nın bölgeden kâğıt üzerinde çekilmesine rağmen, Şehzade Osman Fuad gibi isimlerin bölgede kalmasıyla fiilen sürdü.
1915 yılında başlayan Kanal Harekâtı kapsamında Türkler bu kez Senûsîlerden destek talep etti. Senûsîler, Mısır’daki İngiliz birliklerine saldırarak destek verdiler, ancak bu teşebbüs başarısız oldu. Osmanlı’dan yeterli destek alamayan Senûsîler, özellikle Sallum gibi stratejik noktaları kaybetmek zorunda kaldı.
İSTANBUL GÜNLERİ
1918 yılında Enver Paşa’nın davetiyle Şeyh Ahmed es-Senûsî, İstanbul’a geldi. Sultan Vahdeddin tahta çıkmış, hilafet sembolü olan kılıcı Şeyh’e kuşanmasını istemişti. Şeyh’in İstanbul’a gelişi, bazı çevrelerde Halifelik makamına geçebileceği söylentilerini doğursa da, Senûsî bu iddiaları reddederek halifeye bağlılığını beyan etti.
Enver Paşa’nın asıl planı ise onu önce Hicaz Kralı, sonra da Trablusgarp Krallığı yapmaktı. Ancak İttihat ve Terakki yönetiminin dağılması ve İstanbul’un işgal edilmesiyle bu planlar rafa kalktı. Ahmed es-Senûsî, güvenlik gerekçesiyle Bursa’ya nakledildi.
ANKARA’YA UZANAN YOL
Bursa’da iki yıl geçirdikten sonra Millî Mücadele’ye destek vermek isteyen Senûsî, 1920’de Bursa’nın Yunan işgali üzerine Konya’ya geçti. Konya’da çıkan Delibaş İsyanı ile uğraşmak zorunda kalan Şeyh, ardından Ankara’ya ulaştı. Burada Mustafa Kemal Atatürk ve hükümet üyeleri tarafından büyük bir saygıyla karşılandı. Atatürk’ün meşhur “meşlahlı” fotoğrafındaki kıyafet de Ahmed es-Senûsî’nin hediyesiydi.
Ankara, Şeyh Ahmed es-Senûsî’yi önce “Anadolu Vaizi”, ardından da Irak Kral Naibi olarak görevlendirdi. 1921’de İngilizlere karşı Elcezire hattında kurulan İslam Hükümeti’ne destek amacıyla bölgeye gönderilen Şeyh, burada kısa sürede Arap ve Kürt aşiretlerinin desteğini kazandı. Ancak Ankara’nın zayıflığı ve İstanbul’un işgal altında olması nedeniyle bu girişimden somut sonuç alınamadı.

SON DÖNEM
Lozan Konferansı sürecinde Ahmed es-Senûsî, Trablusgarp adına görüşmelere katılmak istedi; ancak İtalya’nın baskısıyla bu talebi reddedildi. 1923 sonrası Ankara ile Senûsîler arasındaki ilişki bir anda kesildi. Türkiye, Ömer Muhtar’ın direnişi karşısında tarafsız kaldı.
1933 yılında Mekke’de vefat eden Ahmed es-Senûsî’nin ölümü, Türk basınında yalnızca kısa bir haberle geçiştirildi. Böylece hem Senûsîlerle kurulan o derin bağ, hem de bir döneme damgasını vuran bir direniş sessizce kapandı.
Kaynak: GZT Mecra