Kongo Demokratik Cumhuriyeti ve Ruanda, Doğu Kongo’da onlarca yıldır süren kanlı çatışmalara son vermek amacıyla, Cuma günü Washington’da bir barış anlaşması imzaladı. ABD arabuluculuğunda sağlanan anlaşma, 23 Nisan’da iki ülkenin kabul ettiği “İlkeler Bildirgesi”ne dayanıyor. Anlaşma, Kongo’nun toprak bütünlüğünün tanınması, silahlı grupların etkisiz hale getirilmesi ve bölgeye kalıcı istikrarın sağlanması gibi temel meseleleri içeriyor. Ayrıca iki ülkenin orduları arasındaki çatışmaların durdurulması da hedefleniyor.
Kongo adına anlaşmayı imzalayan Dışişleri Bakanı Therese Kayikwamba Wagner, bu adımı sadece diplomatik bir zafer değil, “Kongo halkı için tarihi bir başarı” olarak değerlendirdi.
Ruanda Dışişleri Bakanı Olivier Nduhungirehe ise anlaşmanın, başta FDLR olmak üzere Ruandalı milis gruplara verilen devlet desteğinin geri döndürülemez ve denetlenebilir şekilde sona erdirilmesine dayandığını ifade etti.
“KAĞIT ÜZERİNDE DEĞİL, SAHADA BARIŞ”
Fakat hem uzmanlar hem de bölge halkı, bu anlaşmanın gerçekten kalıcı bir barış getireceği konusunda temkinli. Ruandalı siyaset analisti ve insan hakları avukatı Louis Gitinywa, Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada:
“Bugüne kadar birçok anlaşma imzalandı: Goma, Addis Ababa, Nairobi… Ama hiçbiri sonuç vermedi. Sorun metinlerde değil, uygulamada. Taraflar gerçekten bu anlaşmaya sadık kalacak mı?”
Gitinywa, 2022’de M23 isyancılarının yeniden ortaya çıkmasıyla birlikte birçok ateşkesin bozulduğunu ve barış çabalarının boşa gittiğini hatırlattı. Ruanda Cumhurbaşkanı Paul Kagame de daha önce Jeune Afrique dergisine verdiği röportajda, “birçok anlaşma imzalandığını ama hiçbirine sadık kalınmadığını” açıkça itiraf etmişti.
Kongo’daki iktidar koalisyonunun üst düzey yetkililerinden André Mbata ise, BM Güvenlik Konseyi’nin 21 Şubat’ta kabul ettiği 2773 sayılı karara uygun şekilde anlaşmanın sıkı şekilde uygulanması gerektiğini vurguladı. Bu karar, Ruanda’nın M23 isyanına verdiği desteği kınıyor ve Ruanda askerlerinin Doğu Kongo’dan “derhal” çekilmesini talep ediyor. Mbata:
“Ruanda ordusunun Kongo’da bulunduğu BM raporlarıyla belgelenmiş durumda. Şiddet binlerce insanı öldürdü, milyonlarcasını ise evinden etti. Uluslararası toplumun, bu yeni barış anlaşmasının hayata geçmesi için devreye girmesi şart” dedi.
Sivil toplumdan Christian Shauri de, halkın bilinçlendirilmesi, yerel iş birliği ve toplumsal katılım olmadan bu anlaşmanın “kağıt üzerinde kalma” riski taşıdığını ifade etti.
MUKWEGE: “BU ANLAŞMA HALKIN DEĞİL ÇIKARLARIN ESERİ”
Nobel Barış Ödüllü Kongolu doktor Denis Mukwege ise anlaşmayı ağır şekilde eleştirdi. Anlaşmanın, halkın değil ABD’nin ekonomik çıkarlarının yönlendirmesiyle imzalandığını savundu.
“Korkularımız ne yazık ki gerçek çıktı. Bu anlaşma, saldırgan olan Ruanda’yı açıkça tanımlamıyor. Uluslararası hukuku her gün çiğneyen bir devletle, mağdur olan Demokratik Kongo Cumhuriyeti’ni eşit taraflar gibi gösteriyor. Bu kabul edilemez.” dedi.
Bazı analistlere göre, ABD bu barış çabalarının arkasında aslında Kongo’nun doğal kaynaklarına erişim arayışı içinde. Zira ülke, koltan, elmas, boksit, kobalt ve bakır gibi değerli madenlerde dünyanın en zengin rezervlerine sahip. Gitinywa da bu yorumu destekliyor:
“Batılı ülkelerin çıkarları hiç değişmedi. Afrika’nın bağımsızlığından bu yana ajandaları hep aynı kaldı. Trump açıkça söylemişti: Amerika her şeyden önce gelir.”
Mukwege’ye göre anlaşma, her ne kadar toprak bütünlüğüne saygı ve milis gruplara destek vermeme taahhüdü içerse de, bazı maddeleri yeni krizlerin habercisi olabilir. Özellikle, Ruanda ordusunun Kongo’dan koşulsuz çekilmesi gerektiğini belirten BM kararına rağmen, anlaşmada bu çekilmenin FDLR milislerinin etkisiz hale getirilmesine bağlanması tepki çekiyor.
“Bu anlaşma, Kinşasa yönetiminin egemenlikten vazgeçtiğini, milyonların ölümüne ve yüz binlerce kadının tecavüzüne yol açan bir ordunun varlığını meşrulaştırdığını gösteriyor. Üzgünüm ama Washington’da imzalanan bu anlaşmanın halkımız için umut vaat ettiğini düşünmüyorum.”
Mukwege, kalıcı barış için çok taraflı bir yaklaşım benimsenmesi, ateşkesin ve işgalci güçlerin çekilmesinin net bir takvime bağlanması ve BM kararına uyulmaması durumunda güçlü yaptırımların devreye sokulması gerektiğini savunuyor.
Kaynak: AA