19. yüzyıl Avrupa’sında, sömürgeciliğin ve ırkçılığın en acı sembollerinden biri olan Sarah Baartman, Güney Afrika’da doğduktan sonra Londra ve Paris’te insanlık dışı koşullarda yaşamak zorunda bırakıldı. “Hottentot Venüsü” olarak alaycı bir lakapla anılan Baartman, dış görünüşü nedeniyle halkın eğlencesine sunuldu, hakaret ve cinsel istismara maruz kaldı.
ESARET VE İSTİSMARLA GEÇEN BİR ÖMÜR
Sarah Baartman, 1789 yılında Doğu Kap (günümüzde Gamtoos Nehri, Güney Afrika) civarında Khoikhoi kabilesine bağlı Gonaqua alt kabilesinde doğdu. Ailesiyle birlikte sömürge çiftliklerinde çalıştı. Genç yaşta evlenen Baartman, kocasının Hollandalı sömürgeciler tarafından öldürülmesinin ardından Pieter Willem Cezar adlı bir tüccara köle olarak satıldı. 21 yaşında İngiltere’ye götürülen Baartman’a bir hizmetçi olarak çalışacağını söyleyerek bir sözleşme imzalatıldı. Fakat bu sözleşme onun hayatını kontrol eden ve sergilenmesine izin veren bir aldatmacanın resmi evrakıydı.

24 Kasım 1810’da Londra’daki Piccadilly Circus’ta, tıpkı bir sirk figürü gibi ücret karşılığında sergilendi. O dönem kamuoyunun tepkisi sınırlıydı, kölelik karşıtlarının küçük bir kesim ise onun sergilenmesini engellemeye çalıştı. 1814’te Fransa’ya götürülen Baartman, Paris’te aynı şekilde halka açık gösterilerde teşhir edildi ve cinsel istismara uğradı. Bedeni bilim insanları tarafından defalarca incelendi ve ölümünden sonra Paris’teki Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nde sergilenmeye devam etti.
MANDELA’NIN TALEBİYLE ÜLKESİNE İADE EDİLDİ
Baartman, 29 Aralık 1815’te, 26 yaşında Paris’te hayatını kaybetti. Ölümü, uğradığı ırkçı muameleyi sonlandırmadı; bedeninin bazı parçaları uzun yıllar ırkçı teorileri desteklemek amacıyla sergilendi. 1994’te Nelson Mandela, Sarah Baartman’ın kalıntılarının Güney Afrika’ya iade edilmesini talep etti. 6 Mart 2002’de kalıntıları doğduğu bölgeye, Doğu Kap’taki Hankey’e gömüldü.

Sarah Baartman’ın trajik yaşamı, Fransız yönetmen Abdellatif Kechiche tarafından 2010 yılında çekilen Venus Noire filmine ilham kaynağı oldu. Film, tarih boyunca susturulmuş bir kadının sessiz çığlığını beyaz perdeye taşıdı ve Baartman’ın yaşadığı ırkçı muameleleri günümüze hatırlattı.

Bu hikaye, sadece Sarah Baartman’la sınırlı kalmadı; 19. yüzyılda Afrikalı kadınlar Avrupa’da sergilenen benzer sayısız örnekle, sömürgeciliğin ve ırkçılığın insanlık tarihindeki acı gerçeklerini temsil ediyor.