Etiyopya’nın doğusundaki tarihi Harar kentinde doğup büyüyen Abdullah Ali Şerif, yıllar boyunca ailesinden şehrin geçmişine dair hiçbir şey duymadan büyüdü. 75 yaşındaki Şerif, çocukken annesi ve babasına Harar’ın tarihi hakkında soru sorduğunda, kendisine “Bizim bir tarihimiz yok” yanıtının verildiğini söylüyor. O dönemde İslami kimliğin bastırıldığı Harar’da, kültür ve tarihle ilgilenmek, tehlikeli olarak görülüyordu.

Harar, 16. yüzyılda Adal Sultanlığı’nın başkenti olarak bölgenin önemli bir İslam ilim merkeziydi. Ancak 1887’de Etiyopya İmparatorluğu’nun Harar’ı işgal etmesiyle birlikte şehrin İslami kurumları sistematik şekilde ortadan kaldırıldı. Camiler kiliselere çevrildi, medreseler kapatıldı ve Arapça tabelalar Amharca ile değiştirildi. Şerif’in büyüdüğü dönemde, bu baskının etkileri hala hissediliyordu.
MÜCADELEYLE GELEN FARKINDALIK
Ebeveynlerinin baskıdan dolayı tarih anlatmaktan çekindiğini belirten Şerif, kimliğini sorgulamaya genç yaşta başladı. Lise yıllarında bir öğretmene Harar’da Müslüman bir lider olup olmadığını sorduğunda, olumsuz cevap aldı. “Tarihimizin olmadığını söylediklerinde kendimi eksik hissetmeye başladım.” diyen Şerif, eğitim sisteminde sadece Amharca dil ve Hristiyan tarihi öğretilmesinin Harari gençlerin kimliklerini bastırdığını vurguluyor.

1974’te İmparator Haile Selassie’nin devrilmesiyle iktidara gelen Derg rejimi, Harariler dâhil birçok azınlık topluluğa baskı uyguladı. El yazmaları ve dini belgeler devlet güçlerince toplandı, Harariler kitlesel olarak hapsedildi ya da sürgüne zorlandı. Şerif, gençliğini bu travmalarla geçirdi.
KÜLTÜREL HAFIZAYI YENİDEN İNŞA ETMEK
1991’de EPRDF rejiminin iktidara gelmesiyle birlikte etnik temelli federal sistem yürürlüğe kondu ve Harar, Harari halkına ait bir bölge olarak tanındı. Bu özgürlük ortamı, Abdullah Ali Şerif’e kimliğini yeniden keşfetme fırsatı sundu. İlk olarak eski müzik kasetlerini toplamaya başlayan Şerif, zamanla Harar’daki evlerde saklı kalan el yazmalarının peşine düştü.

Ev ev dolaşarak yıllarca süren bir arayış sonucunda, 14 yıl önce Etiyopya’nın ilk özel müzesini kurdu: Abdallah Sherif Müzesi. Bu müze, Harar halkının tarihine yeniden sahip çıkmasını amaçlıyor. Koleksiyonunda yüzlerce el yazması, eski para ve kültürel objeler bulunuyor.
BİR ZANAATIN YENİDEN DOĞUŞU
Şerif sadece koleksiyon yapmakla kalmadı, aynı zamanda unutulmuş bir zanaatı da diriltti: el yazmalarını ciltleme. Harar’daki son geleneksel ciltçilerin izini süren Şerif, bu sanatı yeniden öğrenerek kaybolmak üzere olan bir mirası yaşatmaya başladı.

Uzmanlara göre, Harar yüzyıllar boyunca el yazması üretimi ve kitap ciltçiliğiyle tanınan önemli bir merkezdi. Hint, Yemen ve Mısır gibi kültürlerin etkilerini taşıyan Harari el yazmaları, aileler arasında kutsal birer miras olarak kabul edilirdi. Her Harari evinde en az birkaç dini el yazması bulunurdu.
Bugün Harar’da yaşayan Harariler, nüfusun küçük bir kısmını oluşturuyor. Ancak Şerif’in müzesi, diasporadaki Harariler için de bir cazibe merkezi hâline geldi. El yazmaları artık sadece geçmişin bir kalıntısı değil, aynı zamanda kültürel direnişin ve onarıcı hafızanın sembolü.
“TARİHİMİZİ BULANA KADAR HUZUR BULAMADIM”
Abdullah Ali Şerif’in çalışmaları, yalnızca fiziksel nesneleri değil, aynı zamanda Harar’ın bastırılmış tarihini ve kimliğini gün yüzüne çıkarıyor. “Gerçek tarihimizi öğrendikçe, içimdeki boşluk doldu.” diyor. Harar’daki küçük müzesi, bir halkın sessizliğe gömülen geçmişine açılan bir pencere işlevi görüyor.

Abdullah Ali Şerif, 1998 yılında Harar’daki kendi evinde özel bir müze kurarak tarihi ve kültürel mirası koruma çalışmalarını başlattı. Ancak 2006’da Harar’ın eski şehri UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne alındıktan sonra bölgesel hükümet, Şerif’e yeni bir alan tahsis etti. 2007’de, Menelik II döneminde Harar valiliği yapmış olan Ras Makonnen Wolde Mikael’in iki katlı eski konağı, müze olarak kullanılmak üzere Şerif’e tahsis edildi. Restore edilen bu tarihi bina, 2011 yılında müze olarak yeniden ziyarete açıldı.
Bugün müze, Harar’dan gelen yaklaşık bin 400 İslam el yazmasıyla dünyanın en büyük koleksiyonlarından birine ev sahipliği yapıyor. Bu eserlerin neredeyse yarısı Kur’an nüshalarından oluşuyor ve içlerinden biri bin yıldan daha eski bir tarihe dayanıyor. Koleksiyon sadece el yazmalarıyla sınırlı değil; 600’den fazla müzik kaydı, geleneksel müzik aletleri, kılıçlar, sikkeler, mücevherler, sepetçilik ürünleri ve silahlar da sergileniyor.
KÜLTÜREL MİRASI YAŞATAN BİR MERKEZ
Zamanla müze, sadece tarihi eserlerin sergilendiği bir alan olmaktan çıkarak, Harar’ın kültürel mirasını aktif olarak koruyan ve canlandıran bir merkez haline geldi. Müzenin bir odasında, el yazmalarının restorasyonu için özel olarak kurulan bir atölye bulunuyor.Bu atölyede, yerel el işçiliğiyle oluşturulmuş araç ve gereçler kullanılarak özellikle kitap ciltçiliğine odaklanan çalışmalar yürütülüyor.
KAYIP EL YAZMALARININ İZİNDE
Uzmanlar, Harar’a ait çok sayıda el yazmasının hâlâ dünyanın dört bir yanına dağılmış olduğunu söylüyor. Bu eserlerin büyük bölümü, 19. yüzyılda Avrupa sömürgeciliğinin Afrika Boynuzu’na yöneldiği dönemde Harar’dan çıkarıldı.

Bugün bu el yazmalarının bir kısmı İtalya, Fransa, Almanya ve Birleşik Krallık gibi ülkelerdeki kütüphanelerde korunuyor. Yalnızca ABD’nin başkenti Washington DC’deki Catholic University of America’da Harar kökenli 215 el yazması bulunuyor.
RESTORASYONDA UZMANLAŞMAK
Şerif, koleksiyonuna kattığı her el yazmasını titizlikle temizleyip onarıyor. ”İlk kez bir el yazması aldığımda, önce onu dikkatlice temizlerim” diyen Şerif, toz ve kiri arındırdıktan sonra eksik bölümleri tamamlayarak sayfaları yeniliyor. Kağıdı korumak için şeffaf kâğıtla kaplıyor, eserleri ciltliyor ve dijital ortama aktarıyor. Şerif, “Tarihim hakkında edindiğim her yeni bilgi bana yeni bir dünyanın kapılarını açıyor. Kültürümüzü korumak için daha gidecek çok yolumuz var” sözleriyle çalışmalarının anlamını vurguluyor.
YENİ NESİLLERE AKTARILAN BİR MİRAS
Yaklaşık on yıl önce Şerif, Harar çevresindeki gençlere kitap ciltçiliği eğitimi vermeye başladı. Bu eğitimler komşu Somaliland’da da devam etti. Bu gençlerden biri, 31 yaşındaki Elias Bule. Başlangıçta müzede güvenlik görevlisi olarak çalışmaya başlayan Bule, kısa sürede Şerif’ten geleneksel ciltçilik sanatını öğrenme teklifini kabul etti.

Bugün müzede tam zamanlı çalışan Bule, hem el yazmalarını restore ediyor hem de ziyaretçilere rehberlik ediyor. Eski bir el yazmasının dağılmış sayfalarını düzenlerken gururla, “Bunu gelecek nesillere aktarabildiğim için çok mutluyum.” diyor. “Her ciltlenen el yazması, hem bilgiyi hem de kültürümüzü yaşatmamıza yardımcı oluyor.” sözleriyle mesleğinden duyduğu memnuniyeti dile getiriyor.
Kaynak: Al Jazeera