Nil Nehri, Afrika’nın en önemli ve en tartışmalı su kaynaklarından biri olarak uzun yıllardır hem tarihsel hem de güncel politikaların merkezinde yer alıyor. Waj Türk Muhabiri Ayşegül Demircan, Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi ve hidrolog Dr. Sead Ahmed Swalih ile Nil Nehri’ni, bölgedeki eski ve güncel anlaşmaları, Etiyopya’daki Rönesans Barajı projesini ve bu projenin hem enerji hem de bölgesel iş birliği açısından ne anlama geldiğini konuştu. Röportajda Swalih, barajın teknik detaylarını, ekonomik boyutunu ve bölgedeki su yönetimi tartışmalarını kendi gözlemleri ve uzman bakış açısıyla aktardı.
“MISIR ‘NİL NEHRİ MISIR’A HEDİYEDİR” ANLAYIŞIYLA HAREKET EDİYOR”
Günümüzde 11 ülkeyi kapsayan Nil Havzası, uzun yıllardır Afrika kıtasında tartışmaların odağında yer alıyor. Yapımına 2011 yılında başlanan Büyük Etiyopya Rönesans Barajı ise bu tartışmaları günümüze taşıdı. Barajın inşası, Nil Nehri üzerindeki hak ve kullanım anlaşmazlıklarını yeniden gündeme getirdi; özellikle Mısır ve Sudan’ın eski anlaşmalar çerçevesindeki iddiaları tartışmaları alevlendirdi. Bu süreç, Nil Havzası’ndaki diğer ülkelerin de kendi haklarını savunma ihtiyacını ortaya koydu. Kültür Üniversitesi Öğretim Üyesi ve hidrolog Dr. Sead Ahmed Swalih, eski dönemlerden kalan 1902, 1929 ve özellikle 1959 anlaşmalarının yalnızca Mısır ve Sudan arasında geçerli olduğunu ifade etti. Bu anlaşmalar doğrultusunda Mısır’ın Nil Nehri üzerinde tek hegemonya kurmaya çalıştığını aktaran Swalih, Mısır’ın Nil’i kendi hakkı olarak gördüğünü ve “Nil Nehri Mısır’ın hediyesidir” anlayışıyla hareket ettiğini dile getirdi.

Swalih, bu eski anlaşmaların artık geçerli olmadığını ve diğer Nil Nehri ülkelerinin de kendi haklarını savunduğunu dile getirdi. Nil’in adil ve kardeşçe bir şekilde paylaşılması gerektiğini, suyunun tüm ülkeler için faydalı kullanılması hedefiyle bu ülkelerin bir araya gelerek görüşmeler yaptıklarını ifade etti. Ancak alt ülkelerden özellikle Etiyopya’nın, Mısır ve Sudan’ın hidro-hegemonya iddiasını kabul etmediğini aktardı.

Swalih, Rönesans Barajı’nın inşasının öncesinde son 50 yılda Afrika’daki değişimleri değerlendirdi. Etiyopya’nın Nil’in %85’inin kaynağı olmasına rağmen hiçbir kullanım hakkı olmadığını belirten Swalih, Etiyopya’nın önce Mısır ile yakınlaşmaya çalıştığını ancak Mısır’ın bunu kabul etmediğini aktardı. Bunun üzerine 2011 yılında dönemin Etiyopya Başbakanı Meles Zenawi’nin kararıyla Rönesans Barajı’nın temellerinin atıldığını söyledi.
Swalih, barajın inşası sürecinde Etiyopya, Sudan ve Mısır’dan altı hidrolog ve dört uluslararası bilim insanından oluşan bir heyet kurulduğunu ve bu heyetin Mısır ve Sudan’ın endişelerine yanıt vermek üzere projeyi incelediğini belirtti. Etiyopya’nın baraj tasarımı, risk analizi, temel ve sismik analizlerini yaptığını, bölgedeki olası depremlerin de dikkate alındığını aktardı ve heyetin ciddi bir risk olmadığını kanaat getirdiğini ifade etti.
BARAJ ETİYOPYA HALKININ DESTEKLERİYLE YAPILDI
Dr. Sead Ahmed Swalih, barajın inşası süresince Etiyopya’da devlet çalışanlarının maaşlarından kesinti yapıldığını ve halkın çeşitli katkılar sunduğunu belirtti. Diasporadaki Etiyopyalıların da 50–100 dolar civarında destek sağladığını aktardı. Buna rağmen, Mısır’ın muhalefeti nedeniyle uluslararası finans kuruluşlarının destek vermediğini ifade ederek barajın yalnızca halkın ve devletin kendi kaynaklarıyla gerçekleştirildiğini dile getirdi.
Dr. Swalih, Rönesans Barajı’nın Nil üzerindeki Mısır ve Sudan hegemonyasını kırdığını ve bu nedenle Nil Havzası ülkelerinin su yönetiminde adil ve ortak karar alması gerektiğini söyledi. Barajın yalnızca elektrik üretmediğini, aynı zamanda uzun süredir süregelen hidro-hegemonyayı sona erdirdiğini aktardı.

Barajın 5.000 MW üretim kapasitesine sahip ve bu durum Etiyopya’nın elektrik kapasitesini iki katına çıkardığını ve halkın %60’tan fazlasının elektiriğe erişmesine olanak sağlıyor. Swalih, kapanan fabrikaların ve devlet kurumlarının yeniden faaliyete geçebileceğini ifade ederken üretilen elektriğin Kenya ve Cibuti gibi komşu ülkelere de ulaştığını aktardı.
Barajın oluşturduğu 250 kilometrelik yapay gölün 74 milyar metreküp su tuttuğunu, bunun balıkçılık, turizm ve tatil yatırımları için büyük potansiyel sağladığını ifade etti. Bu yatırımların yalnızca Etiyopya’ya değil, bölgedeki diğer ülkelere de ekonomik katkı sağlayacağını aktardı. Barajın, Afrikalıların kendi imkanları ve özgüveniyle büyük projeleri gerçekleştirebileceğini gösterdiğini vurguladı.
“MISIR’IN ENDİŞELERİ YERSİZ”
Mısır hükümetinin Nil suyunun azalması ihtimaline ise Dr. Swalih, Mısır’ın su azalması endişesinin teknik açıdan temelsiz olduğunu, barajın esas amacının elektrik üretimi olduğunu ve toplanan suyun yeniden nehre bırakılacağının altını çizdi. Böylece hem sellerin önüne geçildiğini hem de kuraklık dönemlerinde su akışının dengelendiğini ifade etti.
1959 anlaşmasına göre Mısır’a 55,5 milyar, Sudan’a 18 milyar metreküp su tahsis edilirken Rönesans Barajı’nın buharlaşma kaybının yalnızca 2 milyar metreküp olacağını, bunun Mısır ve Sudan’daki barajlarda beklenen 10–15 milyar metreküplük kaybın telafisine katkı sağlayacağını dile getirdi.

Barajın hem Etiyopya hem de alt ülkeler için su yönetiminde sürdürülebilirlik ve denge sağlaması diğer başlıklar arsında yer alıyor. Aynı zamanda iklim değişikliği gibi geleceğe yöenlik risklerde tartışılan komnualr arasında yer alırken Dr. Sead Ahmed Swalih iklim değişikliği riskine karşı barajın önemli bir araç olduğunu ifade etti. Mısır’ın yıllık 40 milyar metreküp su talebini kabul etmediklerini, çünkü bunun barajın elektrik üretimini ve su yönetimini olumsuz etkileyeceğini aktardı. Teknik olarak barajın Mısır ve Sudan’ın su hacmini azaltacağına dair kanıt bulunmadığını belirtti.
Rönesans Barajı hiç kuşkusuz planlama aşamasında olan diğer projelere örnek teşkil ediyor. Bu konuda ise Dr. Swalih tüm teknik ve finansal detayların paylaşılmasıyla ülkeler arasında güven tesis ettiğini ve bu şekilde gelecekte yapılacak su projelerinin adil ve şeffaf olacağına yeniden değindi. Ayrıca barajın, ülkelerin kendi hegemonyalarını dayatamayacağını ve kaynakların adil paylaşımını teşvik ettiğini ifade etti.
Dr. Sead Ahmed Swalih, Rönesans Barajı’nın dolum süreci ve yıllık işletmesiyle ilgili teknik detayları da paylaştı. Swalih, barajın dolumunun uzadığını, senelik işletme sırasında suyun dengeli bir şekilde bırakıldığını ve bu sayede hem insanlara hem tarımsal alanlara hem de baraj üzerindeki olası zararların minimize edildiğini belirtti. Mısır’ın Afvan Barajı için belirlediği 168 metre seviyesinin kuraklık sınırı olarak kabul edildiğini, ancak gerçeklerin bunun iklim koşullarına bağlı olduğunu ve dolayısıyla Etiyopya’nın kuraklık zamanlarında daha fazla su bırakmasının teknik olarak mümkün olmadığını ifade etti.

Swalih, Etiyopya’nın barajdan gelen suyu her zaman dengeli biçimde serbest bıraktığını, bu sayede hem tarımsal alanların hem de nehir altındaki ülkelerin zarar görmesinin önlendiğini aktardı. Aynı zamanda barajın özellikle yağışlı mevsimde sel riskini azaltmaya ve kuraklık dönemlerini dengelemeye yardımcı olduğunu vurguladı.
RÖNESANS BARAJI MISIR VE SUDAN’IN BİR YILLIK SU İHTİYACINI KARŞILAYACAK BÜYÜKLÜKTE
Dr. Swalih, Rönesans Barajı’nın ilk yapıldığı dönemden itibaren 2011’de paylaşılan tasarımları incelediğini, hidrolojist olarak herhangi bir sorun görmediğini ve barajın halen güvenle çalıştığını aktardı. Barajın 74 milyar metreküp su kapasitesine sahip olduğunu ve hem Mısır hem Sudan’ın bir yıllık su ihtiyacını karşılayabilecek büyüklükte olduğunu ifade etti. Dolum sırasında suyun birikmesi nedeniyle Mısır ve Sudan’ın endişeleri olabileceğini, ancak bu süreçte yağışların fazla olduğu dönemlerde suyun biriktirilmesinin sorun yaratmadığını belirtti.

Swalih ayrıca, Rönesans Barajı’nın hem elektrik üretimi hem de bölgesel işbirliği açısından büyük öneme sahip olduğunu vurguladı. Ülkelerin kaynaklarını adil ve kardeşçe paylaşması gerektiğini, barajın bu anlayışın somut bir örneği olduğunu ve gelecekte yapılacak projelere model teşkil edeceğini aktardı. Barajın, Afrika ülkelerinin kendi imkanlarıyla büyük projeleri tamamlayabileceğini ve hidrolojik hegemonya anlayışını kırarak eşitlikçi bir su yönetimi ortamı oluşturduğunu ifade etti.