13 Ekim’de Şarm el Şeyh’te toplanan “Barış Zirvesi”, Kahire’nin aylardır yürüttüğü kapalı ve açık diplomasi trafiğinin görünür vitrini oldu. Zirve, Mısır Cumhurbaşkanı Abdülfettah es-Sisi ile ABD Başkanı Donald Trump’ın eşbaşkanlığında, 20’yi aşkın ülke ve uluslararası örgüt temsilcisinin katılımıyla yapıldı. Bu zirveyle sahadaki kırılgan ateşkesi tahkim etmek ve Gazze’nin yeniden inşası için bir siyasi çerçeveye destek toplamak amaçlandı. Zirvenin dili ise “savaşı bitiren anlaşmanın” uygulanmasını ve sonraki aşamaların diplomatik takvimini konuşmaya dönüktü.
Mısır’ın “barış mimarisindeki” bu rolü yeni değil; “Cairo Peace Summit” kalıcı sonuç üretmekten uzak olsa da Mısır’ın hem bölgesel öfkeyi yönetme hem de Washington-Tel Aviv ve Ramallah-Doha arasında kanal açma kapasitesini göstermişti. Aradan geçen iki yılda Şarm el Şeyh, aynı işlevi daha ileri bir aşamaya taşıdı. Ateşkesi ayakta tutacak insani koridorlar ve esir takas dosyaları için üçüncü tarafları bir araya getirmektedir. İsrail’in uzlaşmadan kaçma tavrı bu çabayı sınırlasa da, Mısır’ın tarihsel olarak üstlendiği “koordinatör arabulucu” pozisyonu bir kez daha teyit edildi.
Mısır’ın Filistin meselesindeki arabuluculuğunu tek cümlede “coğrafyanın siyasete dönüşmesi” şeklinde özetlemek mümkündür. Gazze’yle fizikî komşuluk, Rafah kapısı ve Kahire’nin istihbarî-diplomatik becerisi Mısır’ı doğal ve çok yönlü bir geçiş kapısı yapıyor. Mısır, coğrafya, güvenlik ve diplomasi üçlüsünü kullanarak krizi “yönetilebilir” kılmak istemektedir. Mısır’ın bu çabası İsrail’in yayılmasını kısmen sınırlasa da kalıcı bir sonuç üretebilmesi başka aktörlerin iradesine ve daha yüksek bir politik risk alabilme gücüne bağlıdır.

Mısır aynı anda birçok dille konuşabilen az sayıdaki başkentten biridir. Washington’la güvenlik eksenli diyalogu var, İsrail’le istihbarat kanalları açık, Filistin içindeki farklı yapılarla çalışabilen bir kurumsal hafızaya sahip, Körfez ülkeleriyle eşgüdüm kurabiliyor ve son olarak Türkiye gibi bölgesel aktörlerle paydaş dosyalar üretebiliyor. Üstelik bu eşgüdüm yetisi, yalnızca dışa dönük bir refleks değil, Kahire’nin iç güvenlik ve rejim istikrarı hesabının da bir parçası olarak yapmaktadır. Sina’nın kırılganlığı, mülteci taşması riski ve Mısır kamuoyunun hassas dengeleri, Kahire’yi “yangını sınırlama” refleksine mecbur bırakıyor. Kısacası, Mısır bu dosyada hem komşu hem garantör hem de sigorta görevi görmektedir.
Mısır’ın elindeki kaldıraca yakından bakalım. Birincisi, Rafah’ın açılıp kapanması, yaralıların geçişi, yardım tırlarının koordinasyonu gibi konuları kapsayan sınır ve geçiş yönetimi ile ilgilidir. Bunlar birer “insani jest” olmaktan öte, pazarlık masasında somut ağırlığı olan meselelerdir. Özellikle anlaşma metinlerindeki en tartışmalı maddeler olan güvenlikle ilgili de garantörlük rolü vardır. Üçüncüsü ise diplomatik köprü olma becerisidir; Kahire’nin “herkesle konuşabilme” üstünlüğü, arabuluculuğu tekelleştirmiyor belki ama düğümleri bağlayacak “yönetici” rolünü Mısır’a veriyor. Son olarak, yeniden inşa ve fon akışını da yönetme üstünlüğü coğrafi sebeplerle Mısır’dadır. Yardım koordinasyonu ve sahadaki teknik kapasite, geçici ateşkeslerin “sivil nefes”e dönüşmesini mümkün kılıyor.

“Peki nasıl arabuluculuk yapıyor?” diye sorulduğunda tablo net; Mısır gizli ve açık kanalları birlikte çalıştırıyor. Kahire’nin istihbarat servisinin yürüttüğü kapalı kapı diplomasisi, kamuoyu önünde kullanılan “garantör dil”le birleşiyor. Mısır’ın dahil olduğu pazarlık aşamaları genellikle önce şiddetin düşürülmesi, sonra insani erişimin artırılması, ardından muvakkat ateşkes ve mümkünse siyasi diyalog şeklindedir. Bu kademeli tablonun yanında bir de Katar ve Türkiye ile eşzamanlı yürüyen esir-rehine dosyaları, ABD’nin siyasi çerçeveleri ve Avrupa’nın insani finans araçları gibi çoklu arabuluculuk da bulunmaktadır… Mısır’ın gücü “tek arabulucu” olmaktan değil, farklı dosyaları birbirine bağlayan koordinatör olmasından geliyor.
Elbette Mısır’ın bu rolünün sınırları da var. Mısır, rejim güvenliğini tehlikeye atacak, Sina’yı kırılganlaştıracak hiçbir adımı göze alamaz. Dış finansmana bağımlılık ve IMF takvimleri gibi ekonomik gerçekler ağır basmakta ve risk alma arzusunu sınırlamaktadır. Uluslararası meşruiyet tartışmaları eşliğinde yürütülen sınır yönetimi, kaçınılmaz olarak “işbirliği mi, insani zorunluluk mu?” sorusuna takılıyor. Ve daha önemlisi, Filistin iç uzlaşısı ya da işgal/abluka gibi “büyük dosyalar” Mısır’ın tek başına çözebileceği ölçek değil. Kahire’nin eli, insani vanaları açıp kapatacak kadar güçlü; ama “statü sorunu”nu kalıcı çözüme bağlayacak kadar uzun değil.

Bu noktada partner arabulucular devreye giriyor. Katar, esir-rehine dosyasında operasyonel esneklik ve finansal bağlar üzerinden etkilidir ve gerektiğinde medya gücüyle de anlatıyı şekillendirebilmektedir. ABD, baskı ve teşvik kapasitesiyle siyasal çerçeve çiziyor. Türkiye ve Ürdün gibi aktörler kimi anlarda tamamlayıcı roller üstleniyor. Bu çok aktörlü tabloda Mısır’ın üstlendiği iş, tekel değil, eş güdüm ile hareket etmektedir. Rekabet ve işbirliği dengesi tutturulamadığında süreçler uzuyor, masalar dağılıyor. Tutturulduğunda ise kısa vadede hayat kurtaran sonuçlar alınabiliyor.
“Peki Mısır ne istiyor?” diye soracak olursak cevap daha basit. Mısır en sade haliyle sınır güvenliği, bölgesel ağırlık ve yönetilebilirlik istemektedir. Mısır, İsrail’le güvenlik dosyalarını yürütürken Filistin dosyasında insani ve siyasi dengeyi tutturmak ister. Bu yüzden Mısır’ın ideal formülü çoğu zaman “yönetilebilir gerilim ve açık insani kapı” şeklinde çalışır. Bu formülün ahlâki açıdan kusursuz olduğunu kimse iddia etmiyor ancak Kahire açısından rejim maliyeti en düşük seçenek bu.
Sonuçta Mısır’ın arabuluculuğu ne üretir, ne üretemez sorusuna gelince; üretebildiği net çıktılar ateşkesler, esir takasları, insani koridorlar, düşük yoğunluklu bir “temas politikası” olmaktadır. Üretemedikleri ise yerleşim rejiminin geri çevrilmesi, ablukanın yapısal dönüşümü, Filistin iç siyasetinde kalıcı uzlaşı gibi ağır ve büyük dosyalarda sonuç üretmek. Çünkü bunlar tek bir arabulucunun çözebileceği dosyalar değil, çok aktörlü, daha yüksek siyasi maliyetli ve küresel bir niyet gerektirir. Bu yüzden Mısır’ın rolü, benim nazarımda, bir “sigorta poliçesi”dir. Yangını yaymadan söndürmek, can kaybını azaltmak, bölgesel taşmayı önlemek istemektedir. Sigorta poliçesi hayatidir; ama tek başına yeni bir bina inşa etmez.