“Sömürge rejiminin bu şiddeti… sömürge halkında iç şiddetin doğuşunu onarılamaz bir şekilde tetiklemektedir.”
Frantz Fanon, 20 Temmuz 1925’te Martinik’in Fort-de-France şehrinde doğdu. Bu büyük psikiyatrist, sömürge şiddetinin teorisyeni ve Afrikalı devrimcinin doğumunun yüzüncü yılını anmak için, “Pourquoi nous employons la violence” (Neden Şiddet Kullanıyoruz) başlıklı konuşmasını İngilizceye çevrilmiş haliyle yeniden yayınlıyoruz. Fanon bu konuşmayı 7-10 Nisan 1960 tarihlerinde Gana’nın Akra şehrinde düzenlenen Afrika’da Barış ve Güvenlik için Somut Eylemler Uluslararası Konferansı’nda yapmıştı. Kwame Nkrumah’ın Afrika İşleri Bürosu tarafından düzenlenen konferans, Afrika’da Fransız nükleer emperyalizmine karşı daha geniş bir mobilizasyonun parçasıydı. Fransa’nın 13 Şubat 1960’ta Sahra’da [Cezayir] ilk nükleer denemelerini gerçekleştirmesinin ardından konferansın gündemi daha da acil hale geldi. Aynı zamanda, Güney Afrika ve Cezayir’de beyaz yerleşimcilerin sömürgeci baskısına karşı Afrika direnişi de şiddetleniyordu.
FLN [Ulusal Kurtuluş Cephesi] tarafından Cezayir Cumhuriyeti geçici hükümetinin temsilcisi olarak atanan Fanon, bu dönemde Afrika’nın devrimci faaliyetlerinin merkezi Akra’da bulunuyordu. Fanon’un Somut Eylem konferansında yaptığı konuşma, devrimci dönemin aciliyetini yansıtıyordu ve tanıklar bu konuşmayı “heyecan verici” olarak nitelendirerek, Fanon’un konuşma sırasında duygu ve coşkuyla neredeyse kendinden geçtiğini söylüyordu. “Neden Şiddet Kullanıyoruz?” aynı zamanda Fanon’un, 6 Aralık 1961’de otuz altı yaşında lösemiden trajik bir şekilde hayatını kaybetmesinden kısa bir süre sonra yayımlanan Yeryüzünün Lanetlileri kitabında genişletilen sömürge şiddetine ilişkin argümanlarını da özlü bir şekilde ifade ediyor.
Ama elbette, Fanon’un tüm eserleri gibi, “Neden Şiddet Kullanıyoruz?” da yazıldığı tarihsel anın ötesine geçiyor. Nadir görülen bir netlik, tutku ve insanlıkla, diğer baskı ve direniş dönemlerine peygamberce sesleniyor. Fanon’un doğumunun yüzüncü yılında, sömürgecilerin “öldürücü tepkileri” hız kesmeden devam ederken, Fanon’un peygamberâne, devrimci dehası yenilmezliğini koruyor. Fanon, “Beyaz yerleşimcileri ve onları destekleyen ulusları gerçekten tereddüde düşürmeliyiz,” derken, şu anda Filistin’de soykırım yapan Siyonist canavarlara karşı ne yapmamız gerektiği konusunda bize kolayca tavsiyede bulunabilir.
Neden Şiddet Kullanıyoruz?
Frantz Fanon
7-10 Nisan 1960 tarihleri arasında Gana’nın Akra kentinde düzenlenen Afrika’da Barış ve Güvenlik için Somut Eylem Uluslararası Konferansında yapılan konuşma.
Bence bugün Afrika’yı meşgul eden tüm sorunlar, Dr. Nkrumah’ın konuşmasında ustalıkla ve net bir bakış açısıyla ele alındı.
Bugün sizlerle bazı pasajların bende uyandırdığı düşünceleri paylaşmak istiyorum. Şiddet sorunu ve Afrika devletlerinin ırkçılığı, kardeşçe tartışmak istediğim konular olacak.
Anlayacağınız üzere, bugün sömürge sistemini eleştirmek niyetinde değilim. Sömürge halkına hitap eden bir sömürge insanı olarak, sömürge devletinin anormal, insanlık dışı ve kınanması gereken bir devlet olduğunu kanıtlamak niyetinde değilim. Sömürge baskısının kabul edilemez doğası hususunda sizi ikna etmek istemek, benim için grotesk olur. Ne var ki, düşüncelerimi sömürge baskısının ayrılmaz bir parçası olan şiddete odaklamak istiyorum.
Sömürge rejimi, şiddetle kurulmuş bir rejimdir. Sömürge rejimi her zaman zorla kurulur. Yıkım tekniklerinde daha gelişmiş veya sayıca daha güçlü olan halklar, diğer halkların iradesine karşı galip gelmiştir.
Şiddetle kurulan böyle bir sistemin mantıken yalnızca kendisine sadık olabileceğini ve zaman içindeki varlığının şiddetin devamına bağlı olduğunu söylüyorum.
Ama burada söz konusu olan şiddet soyut bir şiddet değildir, sadece zihinde algılanan bir şiddet değildir, aynı zamanda sömürgeci ile sömürge halkının günlük davranışlarında ortaya çıkan bir şiddettir: Güney Afrika’daki apartheid, Angola’daki zorla çalıştırma, Cezayir’deki ırkçılık. Aşağılama, nefret politikası, bunlar çok somut ve çok acı verici bir şiddetin tezahürleridir.
Gelgelelim sömürgecilik, bugüne yönelik bu şiddetle yetinmez. Sömürge halkları ideolojik olarak, evrimlerinde durmuş, akla kapalı, kendi işlerini yönetemeyen, dışarıdan gelen bir iktidarın sürekli varlığına ihtiyaç duyan halklar olarak sunulur. Sömürge halklarının tarihi anlamsız bir kargaşaya dönüştürülür ve sonuç olarak, bu halklar için insanlık, cesur yerleşimcilerin gelişiyle başlamış gibi bir izlenim edinilir.
(Burada söylediğim şey, insan aklını karıştırabilecek hataların tarihi açısından çok önemlidir.)
Günlük davranışlarda şiddet, tüm içeriğinden arındırılmış geçmişe karşı şiddet, geleceğe karşı şiddet; çünkü sömürge rejimi kendini mecburen ebedi olarak sunar. Bu nedenle, üç boyutlu bir şiddet ağının içinde, çok sayıda, çeşitli, tekrarlanan, biriken şiddetlerin kesiştiği noktada sıkışmış sömürge halkının, kısa sürede mantıken, her ne pahasına olursa olsun sömürge rejimini sona erdirme sorunuyla karşı karşıya kaldığını görüyoruz.
Sömürge rejiminin bu şiddeti sadece ruh düzeyinde değil, kaslarda, kanda da yaşanır. Şiddet olmayı arzulayan, giderek sınırsız hale gelen bu şiddet, sömürge halkında içsel bir şiddetin doğmasını kaçınılmaz olarak tetikler ve kendini ifade etmek isteyen haklı bir öfke doğar.
Bu halkın kaderini eline alan siyasi partinin rolü, bu şiddeti kısıtlamak ve ona barışçıl bir platform ve yapıcı bir temel sağlayarak yönlendirmektir, çünkü tarihin akışını izleyen ve evrensel zeminde kalmaya çalışan insan ruhu için şiddet ile, öncelikle hakikat ve akıl diliyle mücadele edilmelidir.
Fakat ne yazık ki –ve bu tarihsel zorunluluğu ayıplamayan kimse olamaz– bazı köleleştirilmiş bölgelerde sömürge halkının şiddeti, basitçe onun tamamen hayvani varlığının bir tezahürü haline gelir. Hayvani diyorum ve bir biyolog olarak konuşuyorum, çünkü bu tür tepkiler, sonuçta, oldukça sıradan bir kendini koruma içgüdüsünü yansıtan savunma tepkileridir.
Cezayir devriminin başarısı, tam da bu içgüdünün muhteşem bir şekilde doruğa ulaşması ve kendini koruma içgüdüsünün değer ve hakikate dönüşmesidir. Cezayir halkı için tek çözüm, milli bilincini kristalleştirmek ve Afrika halkı olarak kimliğini derinleştirmek zorunda olduğu bu kahramanca mücadeleydi.
Ve Cezayir’de dökülen tüm bu kanın, büyük Afrika ulusu için kesinlikle maya görevi göreceğini kimse inkar edemez.
Bazı sömürgelerde, sömürge halkının şiddet uygulaması, avlanan insanın son hamlesidir, yani hayatını savunmaya hazır olduğunu gösterir. Özgürlük, bağımsızlık ve mutluluk hakkı için savaşan söürgeler vardır. 1954’te Cezayir halkı silaha sarıldı, çünkü o noktada sömürge hapishanesi o kadar baskıcı hale gelmişti ki artık tahammül edilemezdi, çünkü sokaklarda ve kırsal kesimde Cezayirliler kesin olarak avlanıyordu ve nihayetinde Cezayirliler için mesele hayatlarına bir anlam vermek değil, ölümlerine bir anlam vermekti.
(Basında ve radyoda, bir Avrupalının Afrika’da bir Afrikalıyı öldürdüğü için Kenya’da idam cezasına çarptırıldığını öğrendik. Cezayir’de böyle bir şey imkansızdır. Aksine, bence böyle bir şey yapan bir Avrupalıyı tebrik ederler ve ona barış madalyası verirler.)
Cezayir’de yaşayan bir milyon Avrupalı özel sorunlar yaratmaktadır. Cezayir’deki sömürgeciler Cezayir ulusundan korkmaktadır: Fiziksel korku, ahlaki korku. Ve bu çifte korku, saldırganlık ve şiddet içeren cinayetlere dönüşüyor. Bu davranışın temelinde şunlar yatıyor: 1) Çok güçlü bir suçluluk kompleksi. “Cezayirliler bir gün Cezayir’i yönetirse, biz sömürgecilerin yaptıklarını yapar ve suçlarımızın bedelini ödettirirler,” diyorlar. 2) Ayrıca, insanlığı her zaman zalim ve mazlum olarak ayıran Maniheist bir insanlık anlayışı var.
(Ve burada konuşmamın ikinci noktasına, Afrika’daki ırkçılığa değiniyorum.)
Biz Afrikalılar ırkçı değiliz ve Sayın Dr. Nkrumah haklıdır: “Afrika, Afrikalılar için Afrika kavramı, diğer ırkların dışlandığı anlamına gelmez. Bu sadece, Afrika’da doğal olarak çoğunluğu oluşturan Afrikalıların kendi ülkelerinde kendilerini yönetmeleri gerektiği anlamına gelir. Biz insanlığın geleceği için mücadele ediyoruz ve bu çok önemli bir mücadeledir.”
Cezayir’deki sömürgeciler, Cezayir’in kendilerine ait olduğunu söylüyorlar. Biz Cezayirliler ise şöyle diyoruz: “Katılıyoruz, Cezayir hepimizin, onu demokratik temeller üzerine inşa edelim ve birlikte, hırslarımızla ve sevgimizle orantılı bir Cezayir inşa edelim.”
Sömürgeciler bize, değişim geçirmiş bir Cezayir istemediğini söylüyor. Onların istediği, Cezayir’in mevcut durumunun sonsuza kadar sürmesi. Gerçekte, Fransız yerleşimciler Cezayir’de yaşamıyor, orada hüküm sürüyor ve sömürgeci statükoyu değiştirmeye yönelik her girişim, sömürgecilerin son derece kanlı tepkilerine neden oluyor.
On dört gün önce Güney Afrika’daki kardeşlerimiz, Birlik’in ırkçı hükümeti tarafından çıkarılan yasalara karşı düşmanlıklarını dile getirdiler. 200 kişinin öldüğü bildirildi. Güney Afrikalı kardeşlerimiz için ağlıyoruz, Güney Afrika hükümetini eleştiriyoruz, Güney Afrika hükümetini kınıyoruz ve bu uluslararası ahlaki baskının Afrika’nın özgürlüğü mücadelesinde önemli bir varlık olduğunu söylüyoruz.
Fakat 8 Mayıs 1945’te, neredeyse on beş yıl önce, Cezayir halkı, bazı siyasi tutukluların serbest bırakılmasını ve ulusal topraklarda insan haklarının uygulanmasını talep etmek için Cezayir’in başlıca şehirlerinde yürüyüş düzenledi. Günün sonunda 45.000 Cezayirli öldü. Her vicdanı sarsan bu rakamlar, Fransız Cumhuriyeti hükümeti tarafından da kabul edilmiştir. Şimdiye kadar, bu 45.000 ölüden hiçbirinin hesabını vermek üzere tek bir Fransız bile adalete teslim edilmedi.
Söylemek istediğimiz şey, saflarımızı sıkılaştırmamız gerektiğidir. Sesimizin sadece güçlü olması değil, aynı zamanda bu veya o sömürge devletine karşı alınabilecek somut önlemler için de güçlü olması gerekir.
Afrikalı yoldaşlar, 24 saat içinde 45 bin Afrikalı vatandaşın sömürge barbarlığı tarafından yok edildiğini görebileceğimiz günler asla gelmesin!
Beyaz yerleşimcileri ve onları destekleyen ulusları gerçekten tereddüde düşürmeliyiz.
200 bin Portekizlinin terörle hüküm sürdüğü Angola’da. Irkçılığın canavarca yüzünün benzeri görülmemiş bir şiddetle ortaya çıktığı Rodezya’da. Cesur kardeşimiz Jomo Kenyatta’nın hapiste çürüdüğü ve yerleşimcilerin nihai ve zaferle sonuçlanacak bir savaştan umudunu kesmediği Kenya’da.
Cezayir, Angola, Kenya, Rodezya ve Güney Afrika Birliği’nde bulunan yerleşimciler, üstünlüklerine yönelik her türlü saldırıya inatla düşmanca davranıyorlar.
Yerleşimcilere, “Sen bir yabancısın, git buradan,” demiyoruz. Onlara, “Ülkenin liderliğini ele geçireceğiz ve senin ve atalarının suçlarının bedelini ödeteceğiz,” demiyoruz. Onlara, “Siyahların geçmişteki nefretine, beyazların şimdiki ve gelecekteki nefretini karşı koyacağız,” demiyoruz. Ona şunu söylüyoruz: “Biz Cezayirlileriz, topraklarımızdan tüm ırkçılığı, tüm baskı biçimlerini kovun ve insanlık için, insanın gelişmesi ve zenginleşmesi için çalışalım.”
Yerleşimciler cevap veriyor ve Fransız hükümeti onları destekliyor: “Cezayir Fransızdır.” Angola’da: Angola Portekiz’dir. Güney Afrika Birliği’nde: Güney Afrika Birliği beyazların devletidir.
Cezayir Başbakanı Ferhat Abbas’ın, Cezayir’deki Avrupalılara Cezayir vatandaşları olarak ciddiyetle seslendiği bildirisine, yükselen düşünceleri ve dokunaklı ifadeleriyle en Fransız yanlısı Batı ülkeleri üzerinde bile etki yaratan bildirisine, General de Gaulle, yerleşimcilerin ve ordunun baskısı altında, Cezayir ulusu fikrinin yok edilmesi gerektiğini söyledi. Cezayir’in ulusal egemenliğini tanımak yerine, Fransız hükümeti altı kez hükümetini ve bir kez anayasasını değiştirmeyi tercih etti. General de Gaulle tarafından kurulan Beşinci Cumhuriyet, Cezayir Sahra’sında patlatılan atom bombalarına rağmen, Cezayir’deki savaşın uzaması nedeniyle giderek daha zor anlar yaşıyor.
Direnişin askeri hastanelerinde, Fransızlar tarafından esir alınan Cezayirli yaralılar, genellikle yataklarında korkakça ve vahşice katlediliyor. İşkence görmüş Cezayirlileri tedavi ediyoruz. Tecavüz ve işkence sonucu deliren Cezayirli kadınlara bakıyoruz. Ve sırtlarından vurulan Cezayirlileri düzinelerce gömüyoruz. Cesur Yugoslav halkı, uzuvları kesilmiş, kör edilmiş Cezayirli amputeeleri hızla kabul ediyor ve şunu söylüyorum: Böyle şeylere tanık olanların öfkesi onları boğmazsa, bu onların bir boyutunun eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Ayrıca, bugün Cezayir’de FLN üyesi Avrupalıların çoğunun saflarımıza katılmasının nedeninin, öncelikle Fransızların işlediği zulümlere duyulan bu öfke, bu büyük tiksinti olduğunu belirtmek gerekir. Bazen, gece boyunca işkence görenlerin çığlıklarından etkilenmiş polislerin kendi çocukları. Ve şimdi neden bazı Hıristiyanlar, bazı rahiplerin de FLN içinde aktif olduklarını anlıyorsunuz. Neden bugün Cezayir’den gelen Avrupalıların, yerleşimcilerin torunlarının, Cezayir’in cesur Ulusal Kurtuluş Ordusu’nun saflarında Fransız kurşunlarıyla öldüklerini.
[Gerçek şu ki, bu öfkenin arkasında, Cezayir devriminin olağanüstü heyecan verici mesajıyla temas ederek, Avrupalılar vatanları Cezayir’e olan sevgilerini keşfettiler ve ulusal ruhlarını olgunlaştırdılar.]
Hayır, Cezayir halkının şiddeti ne barışa karşı bir nefret, ne insan ilişkilerini reddetme, ne de Cezayir’deki sömürge rejimini ancak savaşın sona erdirebileceğine dair bir inanç.
Cezayir halkı, kendisine kalan tek çözümü seçti ve bu seçim bizim için de geçerli olacak.
General de Gaulle şöyle demiş: “Cezayir halkını kırmalıyız.” Biz ise şöyle cevap veriyoruz: “Müzakere edelim, çağdaş tarihe uygun bir çözüm bulalım. Fakat şunu bilin ki, Cezayir halkını kırmak istiyorsanız, ordularınızın şanlı Cezayir askerlerinin surlarına çarparak parçalanmasını kabul etmeniz gerekecek.”
Avrupalı devletlerin egemenliğini savunmak için o kadar çok Afrikalı öldü ki, bugün Afrikalılar Afrika’nın özgürlüğü için ölmeyi kabul ediyorlar. Ve benim burada, GPRA’nın [Cezayir Cumhuriyeti Geçici Hükümeti] resmi temsilcisi olarak bulunmam ve Cezayir bayrağının Akra üzerinde dalgalanması, Gana hükümetinin ve halkının Cezayir halkını desteklediğini, onların zaferine koşulsuz bir umut bağladığını ve Cezayir ordusunun şanlı askerlerine sıcak ve kardeşçe bir saygı duyduğunu kanıtlıyor.
Burada bulunmam, Cezayir’in aranızda olduğunu, onun acılarını ve umutlarını kendi acılarınız ve umutlarınız olarak benimsediğinizi ve birlik ve Afrika’nın büyüklüğü yolunda çok kesin bir şekilde büyük bir adım atıldığını kanıtlıyor.
Kaynak: Black Agenda Report