Doğu Afrika, etnik ve kültürel çeşitliliğin yüksek olduğu bir coğrafyadır. Yüzlerce farklı kabile ve topluluk bu bölgenin tarihsel dokusunu oluşturmuştur. Doğu Afrika toplumlarında ulusal kimlik inşa çabaları, güçlü kabile ve aşiret bağlarıyla iç içe geçmiştir. Bu yazıda, önce sömürge öncesi ve sömürge dönemi kabilecilik yapıları tarihsel açıdan özetlenecektir. Ardından günümüzde kabileciliğin Doğu Afrika toplumları üzerindeki etkileri analiz edilecektir. Özellikle Sudan örneği üzerinden kabile yapılarının siyaset, kültür ve toplum üzerindeki rolü, iç savaşlar ve çatışmalarla ilişkisi, kabilecilik temelli yönetişim biçimleri ele alınacaktır. Ayrıca diğer bazı Doğu Afrika ülkeleriyle kısa karşılaştırmalar yapılacaktır.
Sömürge öncesinde Doğu Afrika toplumları ağırlıklı olarak kabile/aşiret örgütlenmeleri etrafında şekillenmekle birlikte, bu kimlikler günümüzde anlaşıldığı kadar katı ve durağan bir hal taşımamıştır. 19. yüzyıl öncesinde bölgede insanlar tek bir ‘kabile’ kimliğiyle sınırlı kalmamıştır. Bireyler farklı bağlara dayalı birden çok aidiyeti bir arada taşıyabiliyordu. Kabile sınırları esnek olduğundan, ortak dil ve kültüre sahip olmak bile tek bir siyasi birlik anlamına gelmeyebiliyordu. Doğu Afrika’da merkezi krallıkların yanı sıra küçük ölçekli akrabalık toplulukları gibi farklı örgütlenme biçimleri bir arada bulunmaktaydı.
19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında Avrupalı güçlerin Afrika’yı paylaşması, kabilecilik yapılarında köklü değişimlere yol açtı. Avrupalılar (özellikle Britanyalılar) yönetimi kolaylaştırmak için böl ve yönetilkesini benimsemiştir. Yerel etnik kimlikleri keskin kategoriler haline getirip idari yapının temeline oturttular. Daha önce akışkan ve iç içe geçmiş olan topluluklar, sömürge idaresince belirli etiketlerle tanımlanarak kalıcı kabile kimliklerine dönüştürüldü. Her kabile için ayrı yerel yönetim birimleri kurularak başına o kabileden bir şef atandı. Böylece toprak mülkiyetinden adalet mekanizmasına kadar birçok kural kabile kimliği temel alınarak uygulanır hale geldi.
Sömürge yöneticileri genellikle mevcut yerel liderleri (şefleri) idari hiyerarşiye dahil etmiştir. Kimi zaman da geleneğinde şeflik olmayan topluluklar için yeni liderlik pozisyonları icat edildi. Bu durum, kabile önderlerine kolonilerde daha önce görülmemiş ölçüde mutlak bir otorite vermişlerdir. Örneğin İngiliz idaresi altındaki birçok bölgede (Kenya, Uganda, Nigerya gibi) doğrudan doğruya atanan kabile şefleri aracılığıyla dolaylı yönetim uygulandı. Sömürgeciler ayrıca çizdikleri sınırları etnik dağılımları dikkate almadan belirlediler. Modern Doğu Afrika ülkelerinin sınırları pek çok kabileyi iki ya da daha fazla devlete böldü.

Britanya’nın Sudan üzerindeki politikaları, böl ve yönet stratejisinin sonuçlarını net biçimde gösterir. 1899-1956 arasında İngiliz-Mısır ortak yönetiminde kalan Sudan’ı fiilen kuzey ve güney şeklinde ayıran İngilizler, kuzeydeki Arap nüfuslu bölgelere yatırım yapıp modern idareler kurarken güneyi geri görerek ihmal etmiştir. Güney Sudan’ı yüzlerce küçük şeflik birimine bölüp her birinde kabile reisleri eliyle dolaylı yönetim uyguladılar. Bu sayede güneyde merkezi bir muhalefetin oluşması engellendi. Sömürge dönemi sonunda Sudan, gelişmiş bir kuzey ile ihmal edilmiş ve kurumsal olarak zayıf bırakılmış bir güney şeklinde keskin bir bölünmeye uğradı.
Afrika ülkeleri bağımsızlıklarını kazandıktan sonra da kabile kimlikleri toplumsal ve siyasal hayatı belirgin biçimde etkilemeye devam etti. Birçok ülkede sömürge döneminin mirası olan etnik bölünmeler, ulus inşa sürecini zorlaştırdı. İktidara gelen liderler genellikle kendi etnik/kabile topluluklarına dayalı koalisyonlar oluşturdular ve devlet kaynaklarını bu grupların lehine kullanma eğiliminde oldular. Bu patronaj düzeni, bazı grupları iktidar ortağı yaparken diğerlerini dışarıda bırakmıştır. Böylece kazananlar ve kaybedenler şeklinde bölünmüş bir siyasal yapı ortaya çıktı. Seçim tecrübesi yaşayan ülkelerde bile seçim rekabeti çoğunlukla etnik bloklar arasında cereyan etti.
Kenya’da 2017 seçimlerinde Cumhurbaşkanı Uhuru Kenyatta Kikuyu nüfusun çoğunlukta olduğu bölgelerde oyların ezici çoğunluğunu alırken, rakibi Raila Odinga da kendi Luo topluluğunun yoğun olarak yaşadığı illerde oyların büyük kısmını kazandı. Bu durum, Afrika genelinde seçimlerde sıkça görülen etnik bloklaşmaya çarpıcı bir örnektir. Benzer biçimde, 2007 yılında Kenya’da seçim sonuçlarına itirazla patlak veren şiddet olaylarında yaklaşık 1.100 kişi hayatını kaybetmiş, 600 binden fazla insan yerinden olmuştur.

Tanzanya ise kabile siyasetinin büyük ölçüde önlenebildiği bir örnektir. Sömürge döneminden itibaren uygulanan birlikçi politikalar ve bağımsızlık sonrasında benimsenen kapsayıcı ulus inşası sayesinde, Tanzanya’da etnik aidiyetler siyasette belirleyici olmamıştır. Bugün Tanzanya, onlarca farklı etnik gruba sahip olmasına rağmen, seçimlerde etnik kutuplaşmaların nispeten az görüldüğü bir ülke olarak öne çıkmaktadır.
Sudan, kabileciliğin toplumsal ve siyasal etkilerinin en belirgin görüldüğü Doğu Afrika ülkelerinden biridir. Ülkede birçok etnik ve kabile grubu bulunur ve sömürge döneminden kalan ayrımlar, Sudan’ı bağımsızlık sonrasında uzun iç savaşlara sürüklemiştir. Bağımsızlık öncesinde patlak veren ilk iç savaş (1955-1972), kuzeydeki Arap-Müslüman elit ile güneydeki Afrika kökenli halklar arasındaki gerilimin sonucu olarak başladı. 1983’te yeniden alevlenen ikinci iç savaş (1983-2005) da benzer şekilde kuzeydeki merkezi hükümet ile güneydeki kabile temelli isyancı güçleri karşı karşıya getirdi. Bu uzun çatışma dönemi 2005’te varılan barış anlaşmasıyla sona erdi ve nihayet 2011’de Güney Sudan bağımsız bir devlet olarak Sudan’dan ayrıldı.
Güney’in ayrılması Sudan’daki kabilecilik sorunlarını bütünüyle bitirmedi. Aksine, kuzeyde kalan Sudan devleti içinde de ciddi bölgesel/kabilesel fay hatları mevcuttu. Merkezi yönetim uzun süre Nil Nehri çevresindeki Arap kökenli grupların (çoğunlukla Cealiyyin, Şaygiyya vb.) elinde yoğunlaştı ve ülkenin diğer kesimleri ekonomik-siyasi bakımdan ihmal edildi. Örneğin, Ömer el-Beşir’in 1989-2019 arasındaki yönetimi boyunca güney (ayrılmadan önceki bölge), batı (Darfur) ve doğu bölgeleri kalkınma ve iktidar paylaşımı konusunda marjinal bırakıldı. Sudanlılar bu dışlanmış bölgelere Manatık’ul-Hamaşiyya (marjinal bölgeler) adını vermiştir. Marjinalleşen gruplar, taleplerini kabile kimliği ekseninde dile getirme yoluna gitti ve ülke içindeki çeşitli isyanlar bu eksende filizlendi.

2003 yılında batıdaki Darfur bölgesinde yaşanan isyan, Sudan’da kabileciliğin nasıl kanlı bir çatışmaya dönüşebileceğini gösteren çarpıcı bir örnek oldu. Darfur, nüfusunun çoğunluğu Müslüman olmasına rağmen birbiriyle akraba olmayan birçok kabileyi barındıran kozmopolit bir bölgedir. 2003’te başlayan Darfur Savaşı’nda isyancı grupların hükümete karşı başlattığı ayaklanma, Hartum yönetimi tarafından acımasız bir şekilde bastırılmaya çalışıldı. Orduyla birlikte hareket eden ve Cencevit olarak anılan Arap milisler, isyana destek verdiği düşünülen köylerde katliamlar yaparak etnik temizlik uyguladı. Bu süreçte yaklaşık 300 bin kişi hayatını kaybetttiği belirtilmektedir.
Sudan hükümeti, isyanı bastırmak için düzenli orduya ek olarak Cencevit adı verilen Arap kabile milislerini seferber etti. Sivillere yönelik vahşi saldırılar gerçekleştiren bu milisler isyanın bastırılmasında kritik rol oynadı. Bu gruplar daha sonra Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) adı altında resmileştirilerek devletin güvenlik mekanizmasına dahil edildi. Sudan’da 15 Nisan 2023’te Sudan’da Ordu ve HDK arasında patlak veren son iç savaş, ülkedeki kabilecilik olgusunun güncel bir yansıması olarak değerlendirilebilir. Görünürde General Abdülfettah el-Burhan komutasındaki ordu ile General Muhammed Hamdan Dagalo’nun (Hemedti) liderlik ettiği HDK arasında bir güç mücadelesi gibi gelişen bu çatışma, özünde Sudan siyasetini şekillendiren tarihsel merkez-çevre (etno-kabilesel) ayrışmanın yeni bir tezahürüdür. Nitekim bağımsızlıktan bu yana iktidarı elinde tutan Hartum merkezli elit zümre (çoğunlukla Nil Vadisi’nin kadim Arap kabilelerine mensup) ile Darfur gibi perifer bölgelerin yoksul ve dışlanmış toplulukları arasındaki gerilim, bu savaşta tarafların sosyolojik tabanını belirlemiştir. HDK’nın çekirdek kadrosu, Hemedti’nin mensubu olduğu Darfur’un en büyük Arap kabilelerinden Rizeigat başta olmak üzere göçebe kabile milislerinden oluşmaktadır. Çatışma ilerledikçe çeşitli kabile ve isyancı gruplar da taraflardan birine yandaş olmuştur. Örneğin Darfur’da bir Sudan Kurtuluş Hareketi fraksiyonu orduyu desteklerken, Hemedti’nin mensup olduğu Rizeigat kabilesi dâhil yedi Arap kabilesinin liderleri HDK’ya bağlılık bildirmiştir. Savaşın en şiddetli yaşandığı Darfur’da, HDK ve müttefiki Arap milislerin bölgenin yerli Afrikalı Masalit kabilesine karşı binlerce kişinin ölümüne ve yüz binlercesinin yerinden edilmesine yol açan saldırıları uluslararası gözlemciler tarafından etnik temizlik hatta soykırım boyutunda değerlendirilmiştir. Böylece 2023 iç savaşı, Sudan’da kabile temelli bölünmelerin ne denli derin ve yıkıcı olabileceğini bir kez daha gözler önüne sermiştir.
Sudan’ın Darfur bölgesindeki Masalit, Fur ve Zağawa gibi Arap olmayan kabileler ise, tarihsel olarak bölgenin yerleşik Afrikalı halklarını oluşturmaktadır. HDK’nın dayandığı milis güçlerin çoğunlukla Arap kabilelerinden gelmesi nedeniyle bu Arap kökenli olmayan gruplar 2023 iç savaşında hedef haline gelmiştir. Özellikle Batı Darfur’da HDK ve müttefik Arap milislerin etnik Masalitlere karşı katliamlar gerçekleştirmesi binlerce sivilin ölümüne yol açmış; benzer şekilde Fur köyleri de saldırılardan nasibini almıştır. Masalit ve Fur toplulukları bazı bölgelerde kendilerini korumak amacıyla yerel savunma güçleri oluşturmak zorunda kalmıştır. Öte yandan, Zağawa gibi bazı kabileler kendi çıkarlarını gözeterek hareket etmiş; örneğin Zağawa kökenli isyancı lider Minni Arko Minnawi’nin grubu bu savaşta ordu safında yer almıştır. Genel olarak bu Arap olmayan etnik gruplar, Sudan’daki kabilecilik düzeninde maruz kaldıkları dışlanmanın yanı sıra 2023 iç savaşında da etnik kimlikleri nedeniyle hedef alınmış ve kurban haline gelmiştir

Kabilecilik, Doğu Afrika’nın geçmişten bugüne uzanan toplumsal bir gerçeğidir ve günümüzde de güçlü biçimde varlığını sürdürmektedir. Bu olgu bir yandan bireylere aidiyet ve dayanışma sağlarken, diğer yandan ulusal birlik ve istikrarı zaman zaman tehdit edebilmektedir. Ancak Tanzanya gibi örnekler, kapsayıcı politikalar ve ortak bir üst kimlikle etnik çeşitliliğin barış içinde yönetilebileceğini göstermektedir. Sonuç olarak, kabile kimliklerini yok saymadan onları daha geniş bir ulusal kimlik mozaiği içinde uzlaştırmak, Doğu Afrika toplumlarının barış ve birliği için kritik önemdedir.

