1884 yılının kışında, Almanya’nın başkenti Berlin’de toplanan 14 Avrupa ülkesi ve ABD’nin temsilcileri, Afrika kıtasını kendi aralarında paylaşmak üzere tarihi bir konferans gerçekleştirdi. Toplantıya hiçbir Afrikalı davet edilmedi; Afrika halklarının kaderi, kendilerine danışılmadan çizildi. ABD dahil olmak üzere Avrupalı devletlerin oluşturduğu bu blok, Afrika’nın kolonileştirilmesini düzenleyen kuralları belirledi. Bu kurallar, kıtanın yerli halklarının tarihine, kültürüne ve sosyopolitik yapısına büyük zararlar verdi. Kenya’daki ABD Uluslararası Üniversitesi’nde tarih ve uluslararası ilişkiler profesörü olan Macharia Munene, TRT Afrika’ya verdiği demeçte bu süreci şöyle tanımlıyor:
“Afrika’yı paylaşırken birbirlerini öldürmemek için toplanan beyaz güçlerdi bunlar. Sahada çatışmak yerine masa başında anlaştılar.”
Konferans sonucunda, Avrupalılar kıtanın ortasından geçen keyfi sınırlar çizdi. Bu sınırlar, yaklaşık 190 kültürel topluluğu böldü; bazı kadim krallıklar parçalandı, tarihsel düşmanlar ise aynı yapay sınırlar içinde yaşamaya zorlandı. Bu yapay sınırlar, Ruanda soykırımı, Sudan, Liberya ve Sierra Leone iç savaşları ile günümüzde Kongo Demokratik Cumhuriyeti’ndeki çatışmaların tohumlarını attı. Munene şöyle diyor,
“Bugün Afrika’nın birçok yerinde yaşanan kaos ve çatışmalar, hâlen süregelen emperyalist dış kontrolün bir parçası,”
SÖMÜRGECİ AMNEZİSİ VE TARİHİN UNUTTURULMASI
Avrupalı sömürgeciler, Afrikalıların tarihini silmeye çalıştı. “Afrikalılar hiçbir şey bilmiyordu, hiçbir şey yapmamıştı” şeklindeki anlatı, bilinçli bir tarihsel unutkanlığın ürünüdür. Bu, fethedenin, fethedilene kendini değersiz hissettirmesi için uyguladığı psikolojik bir taktiktir. Sömürgecilik öncesinde Afrika; Mali İmparatorluğu’nun efsanevi lideri Mansa Musa, Zulu Krallığı, Aşanti ve Benin krallıkları, Aksum ve Songhay imparatorlukları gibi birçok büyük medeniyete ev sahipliği yapıyordu. Bu medeniyetler, sadece askerî veya ekonomik güçleriyle değil, kültürel ve bilimsel etkileriyle de dikkat çekiyordu. O dönemin sınırları da vardı ancak bu sınırlar doğayla, kültürle ve ittifaklarla şekillenmişti. Berlin Konferansı ise tüm bunları yok sayarak donuk ve yapay çizgiler getirdi.
SÖMÜRGECİLİĞİN ZEMİNİ: “ETKİN İŞGAL” İLKESİ
Konferans sırasında belirlenen “etkin işgal” ilkesi, bir bölgenin gerçekten işgal edilip yönetilmeden mülkiyet iddiasında bulunulamayacağını öngörüyordu. Bu, Avrupalıların yerel liderlerle hileli anlaşmalar yaparak ya da askerî güç kullanarak kontrol sağlama yolunu meşrulaştırdı. Avrupalılar aynı zamanda bazı etnik grupları birbirlerine karşı kullanarak sömürgecilik stratejilerini pekiştirdiler. Birçok Afrikalı, farkında olmadan Avrupalıların başka Afrikalıları sömürgeleştirmesine yardım etti. Konferansın Genel Yasası’nın 6. maddesi, yerli halkların “moral ve maddi refahının korunmasını” vaat ediyordu. Ancak bu sözler, pratikte ağır sömürüye dönüştü. Belçika Kralı II. Leopold’un KDC’deki vahşi yönetimi sonucu 10 ila 15 milyon insan öldü. “Uygarlık” ve “Hıristiyanlık” getirme iddiaları, sömürgeci zulmün ideolojik kılıfı oldu.
SÖMÜRGECİLİĞİN BİTMEYEN MİRASI
1914’e gelindiğinde Afrika’nın neredeyse tamamı Avrupalı güçler tarafından işgal edilmişti. II. Dünya Savaşı sonrasında, bağımsızlık hareketleri kıtayı sardı. 1951’de Libya, 1956’da Sudan, Fas ve Tunus özgürlüklerini ilan etti. 1960 ise “Afrika Yılı” olarak tarihe geçti; 17 ülke bağımsızlık kazandı. Ancak bu bağımsızlık gerçek bir kurtuluş muydu? Prof. Munene’ye göre değil:
“Sömürgecilik hiçbir zaman sona ermedi. En kötüsü, zihinlerin sömürgeleştirilmesiydi.”
Afrika’da bugün dahi Batı’ya danışarak politika üretmeye çalışanlar ile kendi çözümlerini üretmeye çalışanlar arasında bir mücadele devam ediyor. BM Genel Sekreteri António Guterres’in sözleri, bu tarihsel gerçekliği özetliyor:
“Dünya, Afrika’nın iki büyük ve birleşik adaletsizliğin kurbanı olduğunu asla unutmamalı: Sömürgecilik ve Atlantik köle ticareti.”
Kaynak: TRT Afrika