Batı medyası, popüler kültür ve kolonyal dönemden miras kalan anlatılar, Afrika’nın tarihsel ve toplumsal gerçekliğini uzun yıllardır dar ve indirgemeci imgeler üzerinden aktarıyor. Oysa kıtanın büyüyen şehirleri, güçlenen üniversiteleri, genç nüfusun teknoloji üretimi ve yaratıcı endüstrilerin yükselişi, Afrika’nın sadece krizlerle tanımlanan bir coğrafya olmadığını ortaya koyuyor.
AA’nın Jonathan T. Reynolds ve Erik Gilbert’in Dünya Tarihinde Afrika (Africa in World History) kitabından yola çıkarak hazırladığı analizde, Afrika’ya dair küresel algıyı şekillendiren altı temel klişe değerlendirilerek gerçeklik ile dış algı arasındaki uçurum inceleniyor.

AFRİKA İMGESİNİ ŞEKİLLENDİREN ALTI KLİŞE
Çalışmaya göre Afrika’nın küresel ölçekte yanlış algılanmasına neden olan ana stereotipler şöyle sıralanıyor:
- İlkel Afrika — Kıtayı tarih öncesine sıkışmış, durağan ve gelişmemiş gibi gösteren söylem. Bu yaklaşımın sömürge döneminde “medenileştirme misyonunu” haklı göstermek için üretildiği ifade ediliyor.
- Vahşi ve Tehlikeli Afrika — Ormanlar, vahşi hayvanlar ve çatışmalarla özdeşleştirilen kıta imgesinin, modern kentleşmeyi ve toplumsal düzeni görünmez kıldığı aktarılıyor.
- Egzotik Afrika — Turizm ve seyahat literatürünün ürettiği ritüeller, renkli kıyafetler ve danslarla sınırlı kimlik tanımı; sanat, edebiyat ve kent kültürünü gölgede bırakıyor.
- Bozulmamış Afrika — Doğal, el değmemiş ve romantize edilmiş bir cennet olarak çizilen tablo; yoksulluk ve altyapı eksikliği gibi sorunları “doğal sadelik” içinde eritirken modernleşme taleplerini görünmez kılıyor.
- Ütopik Afrika — Siyasi gerçeklikleri ve iç dinamikleri dışlayan, idealize edilmiş ve tek boyutlu bir temsil.
- Parçalanmış Afrika — Darbe, açlık ve iç savaşla özdeşleştirilen kıta sunumu; ekonomik büyüme, inovasyon ve iş birliği başarılarını geri plana itiyor.

MEDYA ETKİSİ
Analizde bu klişelerin güçlenmesinde sinema ve medya içeriklerinin belirleyici rol oynadığı belirtiliyor. Hollywood yapımlarının Afrika’yı çoğunlukla savaş ve vahşi doğanın fonu olarak ele aldığı, belgesel ve reklam kampanyalarının ise kıtayı egzotik ve romantize edilmiş bir sahneye dönüştürdüğü ifade ediliyor.
Tarihsel olarak Tarzan filmleri, Afrika’yı “medenileştirilmesi gereken ilkel bir orman” olarak kurgulayan temsillerin en yaygın örneklerinden biri kabul ediliyor. The Gods Must Be Crazy filmi ise Afrikalıları “saf ve dünyadan habersiz” bir topluluk şeklinde resmederek kültürel indirgemeciliği pekiştiren bir yapım olarak gösteriliyor.

AFRİKA KENDİ HİKAYESİNİ ANLATMALI
Uzmanlara göre Afrika’nın geleceğe yönelik ekonomik ve kültürel yükselişi, yerleşik algıların kırılması açısından kritik öneme sahip. Kıtanın gerçek potansiyelinin küresel kamuoyunda görünür hale gelmesi için haber dilinin çeşitlenmesi, yerel seslerin daha fazla duyulması ve tarihsel bağlamın gözetildiği anlatılar üretilmesi gerektiği vurgulanıyor.
Hızla büyüyen şehirler, güçlenen eğitim altyapısı, genç nüfusun teknoloji ve yaratıcı endüstrilerdeki etkisi, Afrika’yı tek boyutlu klişelerin ötesine taşıyan başlıca göstergeler arasında yer alıyor. Araştırmacılara göre Afrika’nın kendini daha güçlü ifade ettiği her platform, kıtaya dair çarpık algıların dönüşümü adına önemli bir adım niteliği taşıyor.
Kaynak: İktibas

