Sahel’de Batılı ittifaklar çözülürken, Türkiye Akdeniz’den Atlantik’e uzanan yeni bir stratejik eksen kuruyor. Bu eksen, özerklik ve karşılıklı saygı üzerine inşa edilmiş bir ortaklık modeli sunuyor.
Yıllar boyunca Batılı başkentlerde hâkim olan görüş, Batı Afrika’nın istikrar için “rehberliğe” ve “yardıma” ihtiyaç duyduğu yönündeydi. Bu varsayım artık çöktü. Bölgenin siyasi manzarası, eski müdahale modellerini geçersiz kılacak şekilde değişti. Geleneksel güçler, bir zamanlar tartışmasız olan hâkimiyetlerini kaybetmekle boğuşurken; Sahel’den Senegal’e, Fas’a ve Akdeniz’e uzanan geniş bir stratejik alan sessizce yeniden şekilleniyor. Bu dönüşümün merkezinde ise Türkiye var. Ankara’nın genişlemesi, bu değişime verilen stratejik bir karşılık ve Türkiye’yi yeni jeopolitik düzeni şekillendiren kilit bir aktör hâline getiriyor.
ATLANTİK BAĞLANTISI
Türkiye’nin neden başarılı olduğunu anlamak için, Sahel’deki önceki güvenlik mimarisinin tamamen başarısız olduğunu kabul etmek gerekiyor. Mali, Burkina Faso ve Nijer’deki darbeler münferit huzursuzluklar değildi. Bunlar, mevcut düzene karşı sistemik bir reddiyeydi. Batılı gözlemciler bu gelişmeleri çoğu zaman demokratik gerilemenin işaretleri olarak görüp asıl gerçeği kaçırıyor: Afrikalı devletler, gerçek ortaklar arıyor. Eski sömürge güçleri meşruiyet krizi yaşarken, Türkiye tarihsel bir bagaj taşımadığı için öne çıkıyor. Ankara’nın yaklaşımı, Batı’nın angajmanına sıkça eşlik eden ahlâkçı tondan uzak. Askerî desteği siyasi saygıyla dengeleyen Türkiye, bölgenin onlarca yıldır eksik olan ihtiyacını sunuyor: öngörülebilirlik.

Haritadaki fiziksel dönüşüm, Türkiye’nin Afrika’daki yükselişini yansıtıyor. Fas’ın Atlantik Girişimi yalnızca ticari bir teklif değil; Sahel’i doğrudan Atlantik Okyanusu’na bağlayarak iç bölgelerdeki istikrarsızlığı by-pass etmeyi amaçlayan jeopolitik bir damar. Bu proje, Afrika bağlantısının mantığını yeniden yazıyor. Türkiye kendini bu yeni mimarinin doğal ortağı olarak konumlandırdı. Ankara’nın Rabat’la kurduğu derin bağlar, Akdeniz’den Atlantik kıyılarına uzanan güç ve lojistik kapasitesini yansıtmasına olanak tanıyor. Senegal, Moritanya ya da Fildişi Sahili’nde Türk şirketlerinin inşa ettiği her liman, otoyol ve lojistik merkez, bu geleceğe konulmuş somut bir pay demek. Başkaları kalkınmadan söz ederken, Türkiye beton döküyor. Böylece ticaret hacmi 40 milyar doların üzerine çıkmışken, bölgenin ekonomik sinir sistemine fiilen entegre oluyor.
ÖZERKLİĞİN ÜÇÜNCÜ YOLU
Batı’da, Türkiye’nin Afrika’daki savunma iş birliğine dair temel bir yanlış anlama var. Bu işbirliği çoğu zaman sadece drone satışına indirgeniyor. Oysa Afrikalı başkentler yalnızca donanım almıyor; bağımsızlık satın alıyor. Batı’nın askerî yardımları genellikle ağır siyasi şartlar ve operasyonel kısıtlarla gelirken, Türkiye “stratejik özerklik” modeli sunuyor. Askerî akademiler, polis reformu ve teknoloji transferi yoluyla kapasite inşasına odaklanan bu yaklaşım, Afrikalı güvenlik güçlerini kendi savunmasını yönetebilen egemen yapılar olarak görüyor. Yıllar süren bağımlılığın devlet kapasitesini aşındırdığı bir bölgede bu son derece kritik.
Bu yaklaşım, Türkiye’yi büyük güç rekabetinin ötesinde pragmatik bir “Üçüncü Yol” olarak konumlandırıyor. Batı Afrika liderlerinin önündeki stratejik seçenekler daralıyor. Bir yanda giderek paternalist görülen Batı modeli var. Diğer yanda Çin ve Rusya bulunuyor. Pekin altyapı sunuyor ancak krediler “borç tuzağı” endişelerini doğuruyor. Moskova ise paramiliter yapılar üzerinden rejim güvenliği sağlıyor; bu da devlet kapasitesi yerine bağımlılık yaratıyor. Bu kutuplaşmış ortamda Ankara benzersiz bir jeopolitik melez olarak öne çıkıyor: NATO üyesi, NATO standartlarında askerî kabiliyetlere sahip; aynı zamanda Küresel Güney’in dilini konuşan bir diplomat. Türk şirketleri demiryolu inşa ettiğinde bunu, kapalı devlet kredileriyle değil rekabetçi ihalelerle yapıyor. Türkiye’nin güvenlik yardımı da paralı asker konuşlandırmak yerine ordunun kurumsallaşmasına odaklanıyor.
Bu sert güç genişlemesi, sofistike bir yumuşak güç hamlesiyle destekleniyor. Türk savunma sistemlerinin başarısı manşetlere çıkıyor; ancak Ankara’nın etkisinin kalıcılığı toplumsal entegrasyona dayanıyor. Türk İşbirliği ve Koordinasyon Ajansı (TİKA) ve Maarif Vakfı gibi kurumlar, bu etkinin çarpanları. Batı Afrika’nın gelecekteki elitlerini Türk üniversitelerinde eğiterek ve yetersiz hizmet alan topluluklara doğrudan sağlık hizmeti sunarak Ankara, güçlü bir toplumsal iyi niyet birikimi oluşturuyor. Yabancı karşıtlığının yükseldiği bir bölgede Türk bayrağı çoğunlukla dayanışmayla anılıyor. Bu taban meşruiyeti, güvenlik işbirliği ile toplumsal kalkınmanın birbirini güçlendirdiği simbiyotik bir ilişki yaratıyor.
ENERJİ DENGELERİ, YENİ GERÇEKLİK
Batı Afrika için rekabet artık sadece etki alanı meselesi değil; hayatta kalma ve enerji güvenliği meselesi. Avrupa, Rus enerjisine bağımlılığı azaltmaya çalışırken Atlantik koridoru hayati bir sahne hâline geldi. Burada da Türkiye, ortak risk paylaşımına dayalı bir modelle ayrışıyor. Geçmişin tek taraflı, sömürücü enerji anlaşmaları yerine Ankara, ortak girişimler ve entegre boru hattı güvenliği öneriyor. Bölgesel kurumlar bile bu yeni dinamiğin çekimini hissediyor. Bir zamanlar bölgesel istikrarın tartışmasız hakemi olan Batı Afrika Devletleri Ekonomik Topluluğu (ECOWAS), darbelerin ardından iç bölünmelerle felç olmuş durumda. Bu boşlukta Türkiye, tüm taraflarla konuşabilen bir savunma diplomasisi kapasitesi getiriyor. Ankara ortamı doğru okuyor: Hâkimiyet değil, denge arıyor.
Batı, bu yeni gerçekle yüzleşmek zorunda. Batı Afrika’ya şart dikte etme dönemi bitti. Hızlı kentleşme, genç nüfus patlaması ve iklim değişikliğinin sert gerçekleri, bölgenin geleceğini belirleyecek. Türkiye bu dinamikleri uzaktan izlemiyor; sahada şekillendiriyor.
Özetle, Türkiye’nin derinleşen varlığı kalıcı bir stratejik yeniden hizalanmaya işaret ediyor. Bu, Batı etkisinde geçici bir gerileme değil; Küresel Güney’in ortaklarını seçme biçiminde yapısal bir değişim. Saygı temeline oturan ve sert güçle desteklenen Ankara’nın stratejisi, Atlantik koridorunun geleceğinin geçmişten çok farklı olacağını gösteriyor. Diplomasi, yatırım ve toplumsal etkiyi bir araya getiren Türkiye, eski güçler hoşlansa da hoşlanmasa da Afrika’nın özerklik arzusunu yansıtan bir ortaklık modeli inşa etmeye katkı sunuyor.
Kaynak: Daily Sabah

