Sahra-altı Afrika’nın en büyük ekonomisi ve Batı Afrika’nın önemli askerî-siyasî merkezlerinden biri olan Nijerya, geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Donald Trump’ın “insan hakları / Hristiyan soykırımı” çıkışıyla küresel haber kanallarının hemen hepsinde geniş yer buldu. Trump’ın, Nijerya’da uzun süredir “Hristiyanların katledildiğini” öne süren açıklamaları, son yıllarda özellikle Çin ve Rusya ile enerji ve güvenlik alanlarında yakınlaşan Nijerya’yı hedef tahtasına oturtmayı amaçlayan bir söylem olarak okunabilir ve kuşkusuz birçok siyasî ve ekonomik gerekçeyle ilişkilendirilebilir.
Ancak bir tarihçi olarak bunu, Afrika’da nüfuz mücadelesi yürüten küresel aktörlerin, dinî söylemleri jeopolitik çıkarların dili hâline getirme konusundaki tarihsel eğilimlerinin bir yansıması olarak okudum. ABD’de özellikle evanjelik çevrelerde hızla mobilize edici bir araç hâline gelen bu tür açıklamalar, aslında Afrika’yı “kurtarılması gereken bir bölge”, Batı’yı ise “ahlakî kurtarıcı bir özne” olarak konumlandıran eski kolonyal imgelemin çağdaş biçimlerde yeniden üretimidir. Bu bağlamda, “Afrika’daki Hristiyanları kurtaracak beyaz kurtarıcı” figürü, 19. yüzyıl kolonyal söyleminin günümüzde dinsel bir retorik içinde yeniden dolaşıma sokulması olarak görülmektedir.
Oysa Nijerya, tam da bu kolonyal söylemin ürettiği bilgi ve temsil rejimlerini sorgulayan ve dönüştürmeye çalışan önemli entelektüel merkezlerden birine ev sahipliği yapmaktaydı. 1950’lerden itibaren Ibadan Üniversitesi etrafında şekillenen Ibadan School of History, Afrika tarihini Avrupa-merkezci bilgi kalıplarının dışına çıkararak, kıtanın kendi öznelliğini, iç sürekliliğini, toplumsal kurumlarını ve entelektüel geleneklerini görünür kılmıştı. Bu okul, sömürgecilik tarafından “tarihsiz” ilan edilen Afrika’nın, kendi kaynaklarından beslenen bağımsız bir tarih bilincine sahip olduğunu kanıtlamaktaydı.

Bugün bu entelektüel mirası küresel ölçekte derinleştiren ve yeniden tanımlayan isimlerden biri de Toyin Falola’dır. Falola, bilgi üretiminin sömürgesizleştirilmesi (decolonising knowledge production) çağrısını Afrika entelektüel geleneğinin merkezine yerleştirmiştir. Falola’ya göre, Afrika tarih yazımı yalnızca kolonyal geçmişi yeniden anlatmakla kalmamalı; aynı zamanda bilginin kim tarafından, hangi epistemik ön kabullerle üretildiğini de sorgulamalıdır. Böylece Nijerya, kolonyal bilginin miras bıraktığı hiyerarşileri çözümlemeye yönelik bu yeni tarihsel bilincin ve epistemik özgürleşme arayışının öncü merkezlerinden biri hâline gelmiştir.
IBADAN TARİH OKULU (1950-1970’LER) VE AFRİKA TARİHİ YAZIMINDA YERELDEN KÜRESELE BİR DÖNÜŞÜM
Afrika tarih yazımı, uzun yıllar boyunca Avrupa-merkezli yaklaşımların gölgesinde şekillenmiş, kıta genellikle “tarihsiz” bir alan olarak tasvir edilmiştir. Bu anlayış, sömürgecilik sonrası dönemde Afrika tarihçilerinin güçlü bir eleştirisine uğramış ve yeni bir entelektüel hareketin doğmasına yol açmıştır. Bu hareketin en etkili odak noktalarından biri, 1950’lerden itibaren Nijerya’daki Ibadan Üniversitesi etrafında gelişen Ibadan School of History olmuştur.
Bu okul, Afrika tarihini “Avrupalıların kıtaya gelişiyle başlayan bir hikâye” olarak değil, Afrikalıların öznesi olduğu, yerel kaynaklara dayanan, kendi iç dinamikleriyle gelişen bir tarih olarak yeniden yazma çabasıyla ön plana çıkmıştır.
1950’lerde Nijerya’nın sömürgecilikten çıkış sürecinde şekillenmiş, Afrika tarihçiliğinin en köklü kurumsal geleneklerinden biri haline gelmiştir. Bu okulun merkezi, Ibadan Üniversitesi Tarih Bölümü olup, dönemin siyasi ve entelektüel ortamı, Afrika tarihini yeniden tanımlama ihtiyacını güçlendirmiştir.
Avrupa tarihçiliğinin Afrika’yı “tarihsiz kıta” olarak göstermesine karşı çıkan bu kuşak, Afrika-merkezci bir tarih bilinci geliştirmiştir. Bu yeni yaklaşım hem metodolojik hem de epistemolojik açıdan kolonyal anlatıya doğrudan bir meydan okumadır.

Ibadan Okulu’nun tarihsel önemi, Afrika-merkezcilik (Afrocentricity),
Sözlü Tarih ve Yerel Kaynakların Kullanımı ve Sömürge Tarihçiliğine Eleştirel Yaklaşım olmak üzere üç temel özelliğe dayanmaktadır.
Avrupa merkezli anlatıların “medeniyet getirme” söylemine karşı çıkarak, Afrika’daki politik, ekonomik ve kültürel kurumların sömürge öncesi dönemdeki karmaşıklığını vurgulamıştır. Ibadan Okulu’nun kurucu kuşağı, hem Batı akademisinden eğitim almış hem de kendi tarihini içeriden yeniden kurma çabasına yönelmiş isimlerden oluşur.
Kenneth O. Dike (Modern Afrika tarihinin babası) – Trade and Politics in the Niger Delta (1956) adlı eseriyle Afrika tarihçiliğinde devrim yaratmış, ekonomik tarih üzerinden Afrika’nın aktif tarihsel rolünü göstermiştir. Jacob Ade Ajayi – Afrika Hristiyanlığını, Avrupa misyonerlik faaliyetlerinin değil, yerel dini dönüşüm dinamiklerinin ürünü olarak açıklamıştır. Saburi Biobaku, E.A. Ayandele, O. Ikime, A. I. Asiwaju gibi tarihçiler, bu geleneği 1960’lar ve 1970’lerde daha da derinleştirmiştir.
Bu tarihçiler için asıl hedef, “Avrupa’nın Afrika tarihi üzerindeki epistemik tekelini” kırmaktı.
Afrika tarihinin yalnızca sömürge arşivleri üzerinden değil, Afrika’nın kendi bilgi rejimleri (sözlü kültür, griot kültürü, yerel yazmalar, dini kronikler) üzerinden yeniden yazılabileceğini savundular.
Bu yaklaşım, bugün “epistemik sömürgesizleştirme” olarak adlandırılan düşünsel dönüşümün ilk büyük adımı olmuştur. (Decolonising of the knowledge)
1953 doğumlu Toyin Falola ise Ibadan Üniversitesi’nde eğitim görmüştür. Doğrudan Ibadan School of History’nin ikinci kuşağının temsilcisi olarak görünmektedir. Ancak Falola, bu mirası sadece sürdürmemiş, onu küresel Afrika tarih yazımına dönüştürmüştür.
Ibadan Okulu başlangıçta yerel tarihçiliğe odaklanmışken, Falola bu yaklaşımı Atlantik dünyası, diaspora ve kültürel kimlik çalışmalarına genişletmiştir.
Bu sayede Afrika tarihi artık sadece kıta ile sınırlı bir alan değil, küresel dolaşım, göç ve kimlik bağlamında incelenen bir alan haline gelmiştir.
Falola, tarih yazımını akademik bir disiplinin ötesine taşıyarak, onu Afrika düşüncesinin özgürleşme biçimi olarak tanımlar.
“Decolonizing African Studies” (2022) ve “Nationalism and African Intellectuals” (2001) gibi eserlerinde, bilginin sömürgesizleştirilmesini bir “entelektüel özgürleşme projesi” olarak kurgulamıştır.
21. yüzyılda Falola, Ibadan geleneğinin kolonyal anlatıya karşı çıkışını “epistemik adalet” kavramına taşımıştır.

Böylece mesele yalnızca geçmişi yeniden yazmak değil, bilgi üretiminin araçlarını ve değerlerini dönüştürmek haline gelmiştir. Falola tarih, kültürel çalışmalar, edebiyat, din, diaspora, çevre tarihi ve epistemoloji alanlarını bir araya getirerek, Ibadan geleneğini çok boyutlu bir entelektüel projeye dönüştürmüştür. Böylece Ibadan School of History, Afrika tarih yazımında epistemik bir devrim başlatarak, kıtayı Avrupa tarih anlatısının periferisinden kurtarmıştır.
Bu ekol, Afrika tarihini yeniden yazmanın ötesinde, Afrikalıların geçmişe, bilgiye ve kimliğe dair haklarını geri kazanma çabasıdır.
Toyin Falola, bu mirası küresel ölçekte yeniden şekillendirmiş ve Ibadan Okulu’nu 21. yüzyılın “Afrika-merkezli epistemolojilerinin temeline yerleştirmiştir.
Falola’nın eserleriyle Ibadan geleneği artık sadece “Afrika’nın tarihi vardır” tezini değil, “Afrika’nın bilgi sistemleri vardır” ilkesini savunan küresel bir entelektüel projeye dönüşmüştür. Dolayısıyla, Ibadan’dan dünyaya uzanan bu entelektüel miras, modern Afrika tarih yazımının yalnızca tarihsel bir dönüm noktası değil, aynı zamanda bilginin sömürgesizleştirilmesi yolunda süregelen bir çağrıdır. Son gelişmelerin de bu çerçevede ele alınması gerekmektedir.

