14 Eylül’de The Washington Post, Amerika Birleşik Devletleri’nin Mali’deki askeri cunta ile gizlice “terörle mücadele” odaklı görüşmelere başladığını ortaya çıkardı. Geçen ay, Temsilciler Meclisi ve Senato’dan heyetler Bamako’yu ziyaret etmişti. Temmuz ayında ise ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Batı Afrika’dan sorumlu yetkilisi Will Stevens, Malili yetkililerle bir araya geldi. Ondan birkaç ay önce, 19-21 Şubat tarihleri arasında ABD Afrika Komutanlığı (AFRICOM), beş yıl aradan sonra Mali’de ilk askeri temasını gerçekleştirmişti.
Washington’un Mali’deki askeri rejimi yeniden “kazanma” çabası, Afrika’da insan hayatının yeniden bir satranç taşına dönüştüğünü gösteriyor. Herkesin dilinde “güvenlik” kelimesi dolaşsa da, dikkatle bakanlar için ortada başka bir gerçek var: ABD’nin Bamako’yla yakınlaşma isteği, terörle mücadeleden çok Rusya karşısında alan kazanma hedefi taşıyor.
Beş yıl önce, General Assimi Goita dokuz ay arayla iki darbe yaparak iktidarı ele geçirdiğinde, ABD iş birliği çağrısı yapmamıştı. Aksine, Washington her iki darbeyi de sert biçimde kınadı ve ikinci darbenin ardından Mali’ye yönelik güvenlik yardımlarını askıya aldı.
O günden bu yana Goita yönetimi, demokratik yönetişim ya da temel hak ve özgürlüklere saygı konusunda hiçbir adım atmadı. Hatta birkaç ay önce, askeri yetkililer Goita’ya seçim yapılmadan, “gerekli görüldüğü sürece yenilenebilecek” beş yıllık bir başkanlık yetkisi tanıdı.
Tüm bunlara rağmen Washington bugün bu rejimle açıkça yakınlaşıyor. Nedeni Goita’nın değişmesi değil, koşulların değişmiş olması.
Uzun yıllar boyunca Mali, Fransa’nın ve dolayısıyla Batı’nın etkisi altındaydı. 2013’te Fransa, “cihatçı isyanla” mücadele gerekçesiyle asker göndererek hem bu ülkeyi hem de bölgedeki çıkarlarını koruma altına aldı. Ancak Şubat 2022’de Mali cuntasının baskısı sonucu Fransız askerleri çekilmek zorunda kaldı.
Cunta bu durumu “sömürgeye karşı zafer” olarak pazarladı ama gerçekte olan bambaşkaydı. Bir imparatorluk giderken, diğeri geldi. Fransız askerlerinin yerini Rus paralı askerleri aldı ve Mali açıkça Moskova’nın yörüngesine girdiğini ilan etti.
Amerikalılar bu gelişmeyi endişeyle izledi ve kısa süre sonra “terörle mücadele” bahanesiyle birkaç yıl önce kınadıkları rejimle yeniden temas kurmaya başladı.
Mali halkı içinse bu değişimin hiçbir kazancı olmadı. Fransa’nın küçük düşürülmesi kimilerini sevindirmiş olabilir, ancak Rusların gelişi beraberinde yolsuzluk, şiddet ve kaosu getirdi.
SİVİLLER ÖLDÜRÜLMEYE DEVAM EDİYOR
Rusya’nın desteğiyle hareket eden Malili askerlerin sivillere yönelik ağır ihlallerde bulunduğu iddia ediliyor. Wagner Grubu’na bağlı paralı askerlerin eşlik ettiği güvenlik operasyonlarında, aralarında iki yaşında bir çocuğun da bulunduğu en az on sivilin infaz edildiği bildirildi. Nisan ayında ise, Batı Mali’deki Kwala askeri üssü yakınlarında, gözaltına alınan Fulani erkeklere ait olduğu düşünülen çok sayıda ceset bulundu.
Rusya ayrıca Mali’nin altın sektöründeki etkisini hızla genişletiyor. Rusya bağlantılı şirketler yeni rafineriler kuruyor, imtiyazlar alıyor, ancak bu gelirlerin neredeyse hiçbiri halka yansımıyor.
Moskova güç kazanırken, Washington yeniden sahneye çıkmanın yollarını arıyor. “Terörle mücadele” adı altında rejimle yakınlaşıyor, ancak asıl hedefi Rusya’nın elini zayıflatmak.
Sonuç olarak Mali, ABD ile Rusya arasındaki yeni Soğuk Savaş’ın bir başka cephesi hâline geldi. Ancak bu savaşta ne Washington ne Moskova, Malililerin refahını umursamıyor.
Üstelik yerel liderler de bu yıkımı “anti-sömürge zaferi” olarak sunuyor. Oysa gerçekte yaptıkları, bir imparatorluğu kovup yerini başka bir imparatorluğa bırakmaktan ibaret.
YALNIZCA MALİ İLE SINIRLI DEĞİL
Burkina Faso’da İbrahim Traoré kendini Afrika’nın sömürge karşıtı direnişinin yüzü olarak gösteriyor. Fransa’ya karşı konuşuyor, “Pan-Afrikan birliğinden” söz ediyor. Fakat aynı zamanda Rusya ile ticaret anlaşmaları ve savunma paktları imzalayarak Fransa’nın yerini Moskova’ya bırakıyor.

Bu “özgürlük tiyatrosunda” kurtuluş dili kullanılıyor, ama sonuç yine emperyal kontrol. Rusya yanlısı hesaplar sosyal medyada propaganda yayıyor, askeri yönetimleri meşrulaştırıyor ve yabancı nüfuzu derinleştiriyor.
Benzer bir tablo Nijer’de yaşanıyor. Askeri yönetim, Batı sömürgeciliğine karşı çıktığını iddia ediyor ama Rusya’nın aynı derecede yıkıcı etkisine kollarını açıyor.
Sahel genelinde cuntalar, “sömürge karşıtı” söylemlerle halkı kandırırken ülkelerini sessizce Moskova’ya bağlıyor. 22 Eylül’de Mali, Burkina Faso ve Nijer, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nden (UCM) çekildiklerini açıkladı. Gerekçe olarak “Batı’nın neo-sömürgeci etkisini” öne sürdüler. Ancak bu karar, Putin’in Ukrayna’daki savaş suçları nedeniyle UCM tarafından arandığı bir dönemde Moskova’nın işine yarıyor. Dahası, Darfur ve Orta Afrika Cumhuriyeti gibi yerlerde adalet arayan Afrikalı mağdurların umutlarını da baltalıyor.
Gerçekte, bu rejimler adaleti değil, kendi iktidarlarını korumayı seçiyor. Bunu yaparken de kendilerini “direniş kahramanları” olarak sunuyorlar.
Elbette bu durum, Batı’nın masum olduğu anlamına gelmiyor. Yüzyıllardır Afrika’daki sömürünün, acının ve yıkımın baş aktörleri Batılı güçlerdi. Avrupa ve Amerika’nın, Uganda’daki Museveni gibi “dost” otokratlara verdiği destek ve Washington’un Mali cuntasını yeniden kazanma çabaları, Afrikalıların bu vekalet savaşında gerçek bir müttefiki olmadığını açıkça gösteriyor.
AFRİKA KAN KAYBEDİYOR
Soğuk Savaş’ın sona erdiği iddiasından otuz yıl sonra, kıta bir kez daha güç, kaynak ve gelecek için verilen küresel mücadelenin ön cephesi hâline geldi.
Washington ve Moskova “güvenlikten” söz ediyor, ama gerçekte peşinde oldukları altın, uranyum, nadir mineraller ve jeopolitik nüfuz. Ve bir kez daha bedeli, sivil Afrikalılar ödüyor. Onların kanı ve kaynakları, başkalarının iktidar hırsını besliyor.
İmparatorluk geri döndü. Afrika boyun eğmemeli. Ne Moskova’yı ne Washington’u seçmeli. Kendi iradesini geri kazanmalı, egemenliğini savunmalı ve bir yüzyılın daha imparatorlukların diliyle yazılmasına izin vermemeli.
Kaynak: Al Jazeera