Afrika kıtası tarih boyunca nice savaşa, katliama ve soykırıma sahne oldu. Sömürgecilik döneminde Avrupalıların kıta halkına yönelik işlediği insanlık suçlarını yıllar sonra kitaplardan, belgelerden ve belgesellerden öğrenirken, bugün Sudan’da, Kongo’da ve diğer Afrika ülkelerinde yaşanan trajedilere küçük ekranlarımızdan canlı canlı tanıklık ediyoruz. Ancak değişen pek bir şey yok.
Sudan’da ve Kongo’da yıllardır süren savaşlar haber bültenlerinde birkaç dakikalık yüzeysel notlarla geçiştiriliyor, sosyal medyada ise yalnızca birkaç kullanıcının “keşfet”ine düşüyor. Gazetelerde bu acıları “yer vermeye değer” görenlerin sayısı yok denecek kadar az.
Gazze için gösterilen duyarlılık umut verici; ancak Afrika’da olan bitenlere karşı sessizliğimizi neyle açıklayabiliriz?
Afrika’nın “açlık, kıtlık, yokluk, bitmeyen savaşlar” imgeleriyle hafızamıza kazınmış olması, kıtada yaşanan her bir trajediyi “olağan” bir durum gibi algılamamıza mı yol açmalı? Oysa hiçbir Afrikalı anne çocuğunu açlıktan öleceğini bilerek doğurmuyor; hiçbir baba evinin yakılıp yıkılmasına ve ailesinin dağılmasına razı değil. Bu olaylar her bir kurban için tıpkı bizler için olduğu kadar yıkıcı, dayanılmaz ve kabullenilemez. Afrika halkları savaşa, yıkıma, zulme karşı bağışıklık geliştirmiyor; biz bu gerçeklere karşı “duyarsızlık” geliştiriyoruz!
SUDAN’IN KIYIMI: BİR ÜLKENİN YAVAŞ ÖLÜMÜ
Sudan halkı 2 yılı aşkın süredir şiddeti giderek artan bir kıyımın ortasında hayatta kalmaya çalışıyor. Son haftalarda ülkenin batısında yer alan Darfur’un en önemli kenti El-Faşir’in paramiliter Hızlı Destek Kuvvetleri (HDK) tarafından ele geçirilmesi, felaketin boyutlarını daha da büyüttü.

15 Nisan 2023’te Sudan ordusu ile HDK arasında başlayan savaşta bugüne dek 100 binden fazla masum hayatını kaybetti; 14 milyondan fazla insan evini terk etmek zorunda kaldı. Ülkenin eğitim sistemi durdu, tarım yapılamıyor, sağlık altyapısının yüzde 80’i çöktü. Açlık, ilaçsızlık ve hastalıklar ülkenin dört bir yanını sarmış durumda. Hamideti’nin altın madenlerinden elde ettiği büyük servet, Rusya ile ilişkileri ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden (BAE) aldığı destek, ona Sudan ordusuna kafa tutacak gücü sağladı. Bugün ülkeyi yıkan savaş, sadece iki generalin değil; altın, toprak ve iktidar için savaşan küresel güçlerin de savaşı.
EL-FAŞİR: DARFUR’UN KALBİ, İNSANLIĞIN UTANCI
El-Faşir kenti 18 aydır kuşatma altında. Kentin altyapısı tamamen çöktü; hastaneler yıkıldı, temiz su kaynakları tükendi. Birleşmiş Milletler’e göre 6 binden fazla çocuk yetersiz beslenme riskiyle karşı karşıya. Tarım alanları yakıldığı için insanlar hayvan yemiyle hayatta kalmaya çalışıyor. Sudan ordusunun “sivilleri korumak için geri çekildiği” açıklamasının ardından, Faşir fiilen HDK’nın eline geçti. Şu anda Darfur’un 5 eyalet merkezinin tamamı HDK kontrolünde. Bu, ülkenin fiilen ikiye bölünme yolunda kritik bir eşiğe gelmesi demek.

HDK milisleri, “Nuba’yı öldürün!” diyerek tekbirler eşliğinde kaçan sivilleri sistematik şekilde katlediyor. Gazze’de, Doğu Türkistan’da düşman belli; ama Sudan’da, dindaşlarının kanını dökenlerin dillerinde aynı Tanrı’nın ismi var. Bu, sadece bir iç savaş değil; etnik temizlik düzeyinde bir katliam.
KİMİN SAVAŞI KİMİN ÇIKARI?
HDK milislerini silahlandıran başlıca ülke, tüm suçlamaları ve raporları ısrarla reddeden Birleşik Arap Emirlikleri (BAE). BM raporları, milislerin kullandığı silahların önemli bir kısmının İngiltere menşeli olduğunu ve bu silahların BAE aracılığıyla bölgeye ulaştırıldığını gösteriyor. BAE, Suudi Arabistan ve İsrail arasındaki örtülü iş birliği, Sudan’daki savaşı bölgesel çıkarların arenasına dönüştürdü. BAE, Libya ve Çad’daki üslerini kullanarak HDK’ya silah sağlıyor; karşılığında ise HDK militanları, kontrolü altındaki altın madenlerinden BAE’ye karanlık bir tedarik zinciri oluşturuyor.
Emirliğin amacı Sudan’ın kaynaklarını ve limanlarını kontrol etmek, Kızıldeniz ticaret rotalarını elinde tutmak ve devrimci Sudan güçlerini kendisine itaat edecek çetelerle değiştirmek. Aynı BAE, Ruanda’nın M23 milislerine destek vererek Kongo’nun nadir elementlerini de benzer yolla elde edip Avrupa’ya pazarlıyor.
Uluslararası Af Örgütü’nün son raporu, Çin yapımı güdümlü bombaların BAE üzerinden HDK’ye ulaştığını belgeledi. BM silah ambargosu açıkça ihlal ediliyor. Rusya’nın Wagner paralı askerlerinin ise HDK saflarında yer aldığı biliniyor; zira Wagner’in Sudan’daki altın madenleriyle doğrudan ilişkisi konuşuluyor. Görünen o ki; BAE’nin parası ve lojistiği, İngiltere menşeli silahları, Çin’in bombaları ve Rusya’nın paralı askerleriyle beslenen bu savaş, Sudan topraklarında oynanan küresel bir vekalet savaşından başka bir şey değil. Sudan halkının kanı, bu kirli ittifakların tek ortak parası oldu.
NEDEN SUDAN?
Toprak genişliği bakımından Afrika’nın üçüncü büyük ülkesi olan Sudan stratejik konumu, zengin su kaynakları, verimli tarım arazileri, kozmetik sanayinin kilit maddesi olan Arap zamkının üretimi ve maden zenginliği ile küresel güçlerin iştahını kabartıyor. Beyaz Nil ve Mavi Nil’in birleştiği Sudan, tarımın ve hayatın kaynağı Nil havzası siyasetinde kilit bir aktör.
Sudan, Afrika’nın üçüncü büyük altın üreticisi. Altın, ülkenin en değerli ihracat kalemi ve savaşan grupların ana finans kaynağı. Sudan’ın önemli petrol rezervleri olmasına karşın bu rezervlerin büyük kısmı 2011’de ayrılan Güney Sudan’da kaldı. Sudan, Güney Sudan’ın petrolünü boru hatlarıyla denize taşıyarak gelir elde ediyor ancak bu hatlar savaşta kritik bir hedef haline geliyor.
Medyada resmedilen kurak ve çorak Afrika toprakları imajının aksine Sudan, ülkeyi boydan boya sulayan Nil nehri sayesinde son derece verimli tarım arazilerine ev sahipliği yapıyor. Bu arazilerin doğru kullanımı sayesinde Sudan toprakları dünyanın tahıl ambarı olabilecek potansiyele sahip. Dünyadaki Arap zamkı üretiminin yüzde 70’ini Sudan karşılıyor. Kozmetik, ilaç, boya ve hatta şekerlemelerde kıvam arttırıcı olarak kullanılan bu madde ülke için önemli bir gelir kaynağı. Kozmetik sanayinin öncüsü Fransa için ise bu ham madde son derece kritik.
KADINLARIN ÖDEDİĞİ BEDEL
Uluslararası ve yerel raporlar, Amnesty International ve UNICEF gibi kurumların ortaya koyduğu bulgulara göre, HDK milisleri kadınlara ve kız çocuklarına yönelik yaygın ve sistematik insan hakları ihlallerine başvuruyor. Amnesty International raporunda HDK’nın kadın ve genç kızlara karşı “tecavüz, grup tecavüz, cinsel kölelik” gibi savaş suçu ve insanlığa karşı suç boyutunda suçlara karıştığı belgelenmiş durumda.

UNICEF’in verilerine göre, 2024 başından itibaren kaydedilen 221 çocuk tecavüz vakası bulunuyor; bu vakalarda 16’sı 5 yaşın altında, hatta 4 tanesi sadece 1 yaşındaki bebekler. Tecavüz bir silah olarak kullanılıyor. Tecavüz mağdurlarının toplumsal damgalanma, intihar riski, sağlık sistemine erişememe, güvenli alan bulamama gibi ek travmalarla karşılaştığı da raporlanmış durumda. Savaşın en ağır bedelini ne yazık ki Sudanlı kadınlar ve kız çocukları ödüyor.
KURTULUŞ KİMDEN GELECEK?
Geçen günlerde ABD, Suudi Arabistan, BAE ve Mısır’dan oluşan “Uluslararası Dörtlü”, Sudan’daki çatışmaların durdurulması için yeni bir girişim başlattı. Ancak bu girişim, HDK’nın Darfur üzerindeki kontrolünü fiilen tanıma eğilimi taşıyor.
Bu dört ülkenin, Sudan halkının çıkarlarını değil; altın, maden ve jeopolitik avantaj hesaplarını öncelediği açık. Dörtlünün sunduğu barış planından ziyade, zenginliğin ve iktidarın paylaşımı üzerine kurulu yeni bir sömürü anlaşması.
SESSİZLİĞİN BEDELİ
Bugün Sudan’da yaşananlar yalnızca Afrika’nın değil, insanlığın sınavı. Afrika’nın bereketli topraklarında, masum halkların küresel güçlerin çıkar mücadeleleri uğruna katledilişini boğucu bir sessizlik içinde seyrediyoruz.
Belki de modern çağın en büyük suçu bu sessizlik. Çünkü “kayıtsız” kalmaya alışan “yorgun” vicdanlarımız her tür vahşetin normalleşmesine zemin hazırlıyor.
Kaynak: Türkçe Independent

