Afro-Amerikan toplumu tarafından 20. yüzyılın başlarında ABD’de geliştirilen caz müziği, yalnızca bir müzik türü değil, aynı zamanda sistematik ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı güçlü bir direniş aracı olarak öne çıktı.
Afrika ritimleriyle blues ve gospel gibi türlerden beslenen caz, siyahilerin yaşadığı hüzün, umut ve özgürlük taleplerini notalara taşıyarak müzik tarihinde ayrıcalıklı bir yere sahip oldu.
UNESCO tarafından 2012 yılından bu yana her yıl 30 Nisan’da kutlanan Uluslararası Caz Günü, cazın kültürel farklılıklara rağmen birleştirici ve kapsayıcı gücünü vurgularken, onun aynı zamanda bir eşitlik çağrısı olduğunu da hatırlatıyor.
IRKÇI YASALARA KARŞI NOTALARLA DİRENİŞ
Caz müziğinin doğuşu, ABD’de siyahilere yönelik ayrımcı “Jim Crow Yasaları”nın yürürlükte olduğu döneme rastladı. Siyahi müzisyenler, sahne aldıkları salonlara seyirci olarak bile giremezken, sadece kendilerine ayrılan otellerde konaklayabiliyordu.
Ünlü caz sanatçısı Louis Armstrong, 1931’de sahne aldığı bir otelde beyaz müşterilerle aynı asansöre binmesine izin verilmemesi üzerine konser sonrası otelden ayrılmış ve o şehre bir daha dönmemişti.
Billie Holiday, Nina Simone, John Coltrane gibi isimler, eserleriyle hem dönemin ırkçı politikalarına meydan okudu hem de Afro-Amerikan kimliğinin kültürel gücünü dünyaya tanıttı. “Strange Fruit”, “Mississippi Goddam” ve “Alabama” gibi eserler cazın yalnızca müzikal değil, aynı zamanda politik bir araç olduğunu gösterdi.
APARTHEİD REJİMİNE KARŞI AFRİKA’DA ’da YÜKSELEN SES
Cazın politik direniş gücü yalnızca Amerika ile sınırlı kalmadı. Güney Afrika’da Abdullah Ibrahim ve Hugh Masekela, apartheid rejimine karşı müzikleriyle halkın sesi oldu.Ibrahim’in “Mannenberg” adlı eseri, rejim karşıtı gösterilerin sembolü haline gelirken, Masekela’nın “Soweto Blues” adlı parçası 1976’da öldürülen öğrencileri anarak büyük yankı uyandırdı.
Batı Afrika’da ise caz, yerel ezgilerle birleşerek farklı bir kimlik kazandı. Malili Salif Keita ve Senegalli Cheikh Lo, ayrımcılık ve eşitlik gibi temaları işleyerek cazın sosyal bir bilinç aracı olabileceğini gösterdi.
SENGHOR DÖNEMİNDE CAZIN YÜKSELİŞİ
Senegal’in ilk Cumhurbaşkanı Leopold Sedar Senghor, cazın ülkede yer edinmesinde öncü rol oynadı. Şair kimliğiyle de tanınan Senghor, Paris’te sömürgeciliğe karşı doğan “Negritude” hareketinden etkilenerek cazı entelektüel bir direnişin parçası haline getirdi.
1966’da Dakar’da düzenlediği ilk Dünya Siyahi Sanatlar Festivaline caz efsanesi Duke Ellington’ı davet eden Senghor, cazın siyahi sanatçılar için bir “ana vatan” hissi yaratmasını sağladı. Ellington, bu ziyareti için “eve dönmek gibiydi” ifadelerini kullandı.
BUGÜNÜN SENEGAL’İNDE CAZ MÜCADELESİ SÜRÜYOR
Senegal’de bugün caz müziği hala “marjinal” bir tür olarak görülüyor. Ülkenin kuzeyindeki Saint-Louis Caz Festivali, 1993’ten bu yana yerel ve uluslararası sanatçıları bir araya getirerek cazın yaşamasına katkı sağlıyor.
Dakar-Goree Caz Festivali ve Dakar Music Expo gibi etkinlikler de cazın genç kuşaklara ulaşmasına yardımcı oluyor. Senegalli caz grubu Jamm’ın kurucusu Moustapha Diop, ülkede yetenekli müzisyenlerin olduğunu ancak çalabilecekleri alanların sınırlı olduğunu belirtti: “Cazın arkasında bizi doğrudan ilgilendiren bir misyon var. Bu mirasa sahip çıkmalıyız” dedi.
“CAZ İLE YAPILABİLECEK ŞEYLER SINIRSIZ ”
“Nina Simone Şarkıları” albümüyle tanınan Fas asıllı Fransız sanatçı Sophie Tahi, cazın hem Afrika’da hem Avrupa’da hala yeterince anlaşılamadığını söyledi.
Dakar’da bir festival için bulunan Tahi, cazın farklı türlerle birleşerek sınırsız bir ifade alanı sunduğunu vurguladı: “Genç müzisyenler kendilerini ‘sadece caz yapıyorum’ diyerek sınırlamamalı. Caz, çok zengin bir miras.”
Kaynak:AA