Kongo Demokratik Cumhuriyeti (KDC) ile Ruanda, Kongo’nun doğusundaki güvenlik krizine son vermeyi amaçlayan bir prensip anlaşmasını, 25 Nisan’da ABD’nin başkenti Washington’da imzaladı. ABD Dışişleri Bakanı Marco Rubio’nun himayesinde gerçekleştirilen imza törenine, KDC Dışişleri Bakanı Thérèse Kayikwamba Wagner ve Ruanda Dışişleri Bakanı Olivier Nduhungirehe katıldı.
GİZLİ GÖRÜŞMELERİN ARDINDAN GELEN ADIM
Haftalar süren kapalı diplomatik görüşmelerin ardından gelen bu anlaşma, tarafları derhal gerilimi azaltma, sivillerin korunması ve egemenliğe karşılıklı saygı gösterme gibi temel konularda işbirliğine zorluyor. Aynı zamanda, yerinden edilen sivillerin güvenli ve gönüllü dönüşü için uygun koşulların sağlanması da taahhüt ediliyor.
ANLAŞMANIN İÇERİĞİ VE TAKVİMİ
İmzalanan bildirgede, sınırların meşruiyetine saygı ve iç işlerine karışmama gibi maddeler yer alırken, MONUSCO (Birleşmiş Milletler Kongo Misyonu) ile iş birliğinin güçlendirilmesi de öne çıkıyor. Anlaşma ayrıca, sürecin şeffaf yürütülmesi amacıyla bir doğrulama mekanizması ve arabulucu güç kurulması olasılığına da yer veriyor.
Taraflar, 2 Mayıs 2025’e kadar detaylı bir barış anlaşmasının taslağını tamamlamayı ve yine ABD’nin arabuluculuğunda nihai metin üzerinde mutabakata varmayı hedefliyor.
M23 KRİZİ VE RUANDA’NIN ROLÜ
Anlaşma, Doğu Kongo’da son aylarda etkisini artıran M23 isyanı bağlamında özellikle önem kazanıyor. Ocak 2025’ten bu yana süren çatışmalarda binlerce kişi hayatını kaybetti. BM ve Batılı ülkeler, Ruanda’nın bu isyancı gruba destek verdiğini iddia ediyor. Ruanda ise bu suçlamaları reddediyor.
Ruanda Dışişleri Bakanı Nduhungirehe, ülkesinin KDC topraklarında hiçbir askeri unsur bulundurmadığını ve toprak talebinde bulunmadığını vurguladı.
ABD VE KATAR’IN DİPLOMATİK ROLÜ
Barış sürecine, hem ABD hem de Katar aktif destek sundu. Katar’ın arabulucu rolüyle M23 ile KDC arasında bir ateşkes bildirisi imzalanırken, ABD, diplomatik garantiler karşılığında madenlere erişim önerileriyle sürece dâhil oldu. Bu durum, hem bölgedeki tansiyonun düşürülmesi hem de ABD’nin kritik maden kaynaklarına erişim çabası açısından stratejik bir uzlaşının işaretlerini taşıyor.