Tek bir hikâye anlatmaya devam edersek, gerçeği kaybederiz.
Chimamanda Ngozi Adichie
Nijeryalı bir arkadaşım “Biz herhangi bir ülkeye gittiğimizde o ülkenin en güzel, en gelişmiş yerlerinin fotoğraflarını paylaşıyoruz ve hangi ülkeye gittiğimizi de muhakkak belirtiyoruz. Sizler bizim ülkelerimize geldiğinizde ülkemizin adını söylemek yerine “Afrika’dayım” diyorsunuz ve en kötü, en gelişmemiş yerlerimizi fotoğraflıyor, sosyal medyada sadece onları paylaşıyorsunuz.” demişti.
Gerçekten de Afrika’ya yapılan ziyaretlerin çoğunda büyük şehirlerin, modern binaların, üniversitelerin, müzelerin, sanat galerilerinin, kütüphanelerin ya da gelişmiş teknoloji merkezlerinin çok az konu edildiğini görüyoruz. Kameralar ve anlatılar Afrika’yı hep aynı çerçeveye hapsediyor: Vahşi doğa, geleneksel kabile hayatı, sefalet ve yoksulluk.


Paris’e giden gezgin Eyfel Kulesi’nin ya da Louvre Müzesi’nin önünde poz verirken, Tanzanya’yı ziyaret ettiğinde Darüsselam’ın gökdelenlerini, sanat ve ticaret merkezlerini, üniversitelerini, eşsiz doğasını ve tarihi yapılarını es geçiyor. “Beyaz kurtarıcı” rolünü üstlenerek fakir bir köye gitmeyi, üzerinde yırtık elbiseleri olan bir grup çocuğa hayatlarında hiç görmedikleri çikolataları dağıtırken objektife gururla gülümsemeyi ve paylaşımını “Afrika’da bir gün” şeklinde etiketlemeyi tercih ediyor.
TEK HİKAYENİN TEHLİKESİ
Mısır’daki piramitlerden Güney Afrika’nın finans merkezlerine, Etiyopya’nın teknoloji girişimlerinden Senegal’in sanat sahnesine kadar Afrika, devasa bir kültürel ve ekonomik çeşitliliğe sahip olmasına rağmen, hala dünyanın gözünde tek bir ülke gibi algılanmaya ve haksızlığa uğramaya devam ediyor.

Göz alabildiğine geniş ormanları, tüm dünyayı besleyebilecek kadar geniş ve verimli tarım arazileri, su kaynakları, yer altı zenginlikleri, genç ve dinamik nüfusu ile küresel güçlerin rekabet alanı olan devasa kıtaya dair hep tek hikâye anlatılıyor: Açlık, susuzluk, yokluk ve savaşlar.
Batı medyası kıtayı yalnızca felaketler, savaşlar ve sefaletle anlatmaya o kadar alıştı ki, bu anlatı oryantalizmin bir uzantısı olarak Afrika’yı sürekli ‘öteki’leştiriyor. Kıtayı tek boyutlu bir hikâyeye hapseden bu bakış açısı Batı’nın kendi üstünlük algısını beslerken Afrika’nın yükselen başarı hikâyeleri ya yok sayılıyor ya da çok küçük haberlerin içine sıkıştırılarak önemsizleştiriliyor.
Daha da kötüsü, bizler de bu anlatıyı içselleştirmiş durumdayız. Bir Afrika ülkesinde doğal bir afet yaşandığında haber bültenlerinde geniş yer bulurken, aynı ülkede bilim ve teknoloji alanında yaşanan gelişmeler sessizce geçiştiriliyor.
Anladık ki, Afrika’nın potansiyelini yeterince anlatmadığımız sürece, dünya da ona hak ettiği değeri vermeyecek. Hep aynı hikâyeyi anlatmaya devam edersek, kıtanın insanları da hep aynı şekilde görülmeye devam edecek: Yardıma muhtaç, güçsüz ve çaresiz.


Oysa Afrika sadece bir trajedi sahnesi değil. Afrika, her geçen gün güçlenen, kendi sorunlarını çözmek için mücadele eden, inovasyon yapan, bilimde, sanatta, teknolojide hızla ilerleyen bir kıta. Ama biz, bu başarı hikâyelerini görmezden gelmeye devam ediyoruz.

Bugün Nijerya’da teknoloji start-up’ları milyon dolarlık yatırımlar alıyor. Kenya’nın başkenti Nairobi, Afrika’nın “Silikon Vadisi” olarak anılıyor. Uganda kendi uydusunu uzaya gönderdi. Güney Afrika, dünyanın en iyi üniversitelerine ev sahipliği yapıyor. Ama tüm bunlar birçoğumuzun Afrika ile ilgili anlatılarında yer bulamıyor.
Ne zaman Afrika hakkında konuşacak olsak ya yardım edilmesi gereken insanları ya da egzotik, macera dolu bir safari deneyimi anlatıyoruz.
Üniforma alamadığı için okula gidemeyen çocuklardan, gençlerden o kadar çok bahsediyoruz ki, satranç şampiyonu Afrikalı gençlerin, imkansızlıklar içinde inanılmaz buluşlara imza atan başarılı öğrencilerin varlığını kimse kabul etmek istemiyor.
Susuz köylerde açılan su kuyularını öylesine kutsuyoruz ki, mühendislik okuyup ülkesinde harika projelere imza atmak ve su sorununu daha kalıcı bir şekilde çözmek için destek bekleyen Afrikalı gençleri tanımıyoruz.
Kıtlığı o kadar çok konuşuyoruz ki, gelişmiş tarım teknolojilerinin kullanılması halinde Afrika’nın tüm dünyayı besleyecek kadar verimli tarım arazilerinin olabileceğine kimse inanmıyor.
AFRİKA’NIN TÜM HİKAYELERİNİ KONUŞALIM
Nijeryalı yazar Chimamanda Ngozi Adichie’nin dediği gibi: Tek bir hikâye anlatmaya devam edersek, gerçeği kaybederiz. Afrika’nın yalnızca savaşlarla, açlıkla, yoksullukla anılmasını istemiyorsak, kıtanın başarılarını, yükselen sektörlerini, kendi ayakları üzerinde duran insanlarını da anlatmalıyız.


Afrikalı düşünürleri, bilim insanlarını, ödüllü yazarlarını, küresel çapta ses getiren sanatçılarını da en az sefalet içindeki bir çocuk kadar konuşmalıyız. Çünkü Afrika, hayır kurumlarının insafına kalmış bir kıta değil; kendi geleceğini inşa eden bir kıta. Ve biz, artık bu gerçeği görmeli, bu değişime katkıda bulunmalıyız.
AFRİKA’DA TÜRKİYE, TÜRKİY’DE AFRİKA VAR
Son yıllarda Türkiye, Afrika kıtasında eğitimden sağlığa, enerjiden tarıma birçok alanda önemli projeler yürütüyor. Afrikalı öğrencilere sağlanan burslar ve Afrikalı öğrencilerin kıta ile ilişkilere katkısı, kıtaya yapılan yatırımlar ve ticari anlaşmalar, Afrika’yı tek taraflı yardımlarla değil, gerçek iş birlikleriyle ele almamız gerektiğini gösteriyor.
İşte biz, WajTürk olarak tam da bu yüzden buradayız: Afrika’yı klişelerin ötesinde anlatmak, onu fırsatlar kıtası olarak tanıtmak, kıtanın ekonomik, kültürel ve sosyal gerçeklerini en doğru bakış açısıyla Türk okurlarına sunmak için. Afrika’yı sadece yoklukla değil, varlığıyla da konuşmak için.
Çünkü Afrika’nın tek bir hikâyesi yok. Ve biz, diğer hikâyeleri de anlatmaya kararlıyız.