Kongo Demokratik Cumhuriyeti ile Ruanda arasındaki gerilim, 1994 Ruanda Soykırımı‘na kadar uzanıyor. Soykırım sonrası Tutsi liderliğindeki Ruanda Vatansever Cephesi yönetimi ele geçirirken, Hutu milisleri ve aşırılık yanlıları Kongo’ya kaçtı. Bu durumu güvenlik tehdidi olarak gören Ruanda, 1996 ve 1998 yıllarında Kongo’ya müdahalede bulundu. O tarihten bu yana, Kongo’nun doğu bölgesi sürekli olarak 23 Mart Hareketi (M23) isyancı grubunun faaliyetlerine sahne oldu.
M23’ÜN ROLÜ VE STRATEJİK ÇIKARLAR
M23, Kongo topraklarında faaliyet gösteren en önemli silahlı gruplardan biri olarak öne çıkıyor ve Ruanda tarafından desteklendiği iddia ediliyor. Resmi olarak “Tutsi nüfusunu koruma” amacı güttüğünü öne süren M23’ün asıl faaliyetleri, Kongo’nun doğusundaki stratejik maden bölgelerinin kontrolünü ele geçirmeye yönelik. Goma ve Bukavu gibi şehirlerin M23’ün eline geçmesi, bölgedeki fiili hakimiyetin büyük ölçüde isyancıların elinde olduğu anlamına geliyor.
DOĞU AFRİKA’DA GÜÇ MÜCADELESİ
Kongo-Ruanda arasındaki gerilim sadece iki ülkeyle sınırlı değil. Kenya, Uganda, Burundi, Güney Afrika ve Tanzanya gibi bölgesel aktörler de doğrudan veya dolaylı olarak bu çok aktörlü çatışma ağına dahil olmuş durumda. M23, Kongo’nun doğusundaki toprakları ele geçirmenin yanı sıra bu bölgelerdeki değerli maden kaynakları üzerinde de kontrol sağlamaya çalışıyor. Kongo hükümeti ise M23’e karşı mücadele ederek iç politikada gücünü pekiştirmek ve uluslararası toplumdan daha fazla destek almak istiyor. Öte yandan, Ruanda ve M23 ile tarihsel olarak yakın ilişkileri bulunan Uganda, kendi çıkarlarına göre Kongo ordusu ile M23 arasında denge politikası izleyebiliyor.
Doğu Afrika Topluluğu (EAC) genellikle Kongo’nun tarafında yer alsa da, bölgedeki çatışmaların çözümüne yönelik sınırlı katkı sunabiliyor. Güney Afrika Kalkınma Topluluğu (SADC) ise, SAMIDRC barış misyonu aracılığıyla Kongo’ya askeri destek sağlıyor. Ancak SADC üyesi ülkelerin karşılaştığı lojistik ve askeri kısıtlamalar, Kongo’ya verdikleri desteğin etkisini sınırlıyor. Bölgedeki mevcut kriz, Kongo’nun doğusunda bir güç boşluğunun oluşma riskini artırıyor ve bu durumun bölgesel bir savaşa dönüşme ihtimali giderek yükseliyor. Eğer Ruanda’nın M23’e yönelik desteğinin arttığına dair raporlar doğruysa, bu durum bölgedeki güvenlik risklerini derinleştirecek ve diğer aktörleri daha doğrudan müdahaleye yöneltecektir.
KÜRESEL AKTÖRLERİN ÇIKARLARI
Bölgede devam eden kriz, küresel aktörlerin çıkarlarını doğrudan etkileyebilir. Özellikle ekonomik kaynaklar, ABD ve Çin gibi güçlerin çatışmaya daha fazla müdahil olmasına yol açabilir. ABD’nin, bölgesel çıkarlarını korumak için Ruanda ile bağlarını güçlendirmesi beklenirken, aynı zamanda Çin’in Kongo’daki madencilik varlığını dengelemek amacıyla Kongo hükümetiyle de yakın ilişkiler geliştirdiği söyleniyor. Ancak bu politikanın sürdürülebilirliği belirsizliğini koruyor.
ABD ve Avrupa arasındaki mevcut stratejik öncelik farkları, bölgedeki istikrarsızlığı daha da derinleştirme potansiyeli taşıyor. Batılı ülkeler, Çin’in Kongo’daki ekonomik etkisini sınırlandırmak amacıyla bir araya gelmeye çalışsa da, ABD ve Avrupa arasındaki anlaşmazlıklar, bölgede ortak bir strateji oluşturulmasını zorlaştırıyor. Fransa ise hem Ruanda ile ekonomik ilişkilerini sürdürmek hem de Kongo ile yakın bağlarını korumak adına denge politikası izliyor.
SAVAŞ EKONOMİSİ VE DOĞAL KAYNAKLARIN ROLÜ
Kongo, dünyanın en zengin yer altı kaynaklarına sahip ülkelerden biri olmasına rağmen, bu zenginlik barış ve refah yerine savaş ve istikrarsızlığı besliyor. Altın, koltan, tantalit ve diğer stratejik mineraller, küresel teknoloji devleri için vazgeçilmez hammaddeler arasında yer alıyor. Ancak bu minerallerin çıkarılması ve satışı büyük ölçüde savaş ekonomisine dayanıyor. M23, bölgede yaşayan Tutsi nüfusunun haklarını koruma iddiasıyla ortaya çıkmış olsa da, gerçekte bölgedeki doğal kaynaklardan elde ettiği ekonomik güçle varlığını sürdürüyor. Özellikle Rubaya’daki koltan madenlerini ele geçirmesi, M23’ün finansal gücünü büyük ölçüde artırdı. Günümüzde M23’ün finansal kaynakları üç temel kanala dayanıyor:
1. Madenlerden toplanan vergiler ve harçlar
2. Bölgede yasadışı ticaretin kontrolü
3. Doğrudan uluslararası pazara yapılan mineral satışları
Bu sistem, savaşın sadece askeri değil aynı zamanda ekonomik bir boyuta da sahip olmasına neden oluyor. M23 gibi gruplar, yerel kaynakları kontrol ederek savaş ekonomileri oluştururken, KDC ordusu bu genişlemeyi durdurmak için mücadele ediyor. Kongo’daki savaş ekonomisi sadece yerel aktörlerle sınırlı değil. Dünyanın önde gelen teknoloji şirketleri de dolaylı olarak bu sistemin bir parçası haline geliyor. Koltan ve tantalit gibi mineraller, akıllı telefonlardan bilgisayarlara, bataryalardan uzay teknolojilerine kadar birçok alanda kullanılıyor. Küresel devler için bu minerallerin tedarik zinciri büyük önem taşıyor. 2010 yılında ABD ve Avrupa Birliği, bu minerallerin kullanımını düzenlemek için yasal düzenlemeler getirdi. ABD’de kabul edilen Dodd-Frank Yasası, tedarik zincirinde şeffaflığı zorunlu kılsa da, uygulamada bu denetimler yetersiz kalıyor. KDC’de işlenen mineraller genellikle Ruanda üzerinden uluslararası pazara kaçırılıyor, bu da gerçek kaynaklarının izini sürmeyi zorlaştırıyor.
BÖLGESEL VE KÜRESEL FELAKETİN ÖNÜNE GEÇMEK
KDC’deki kriz büyümeye devam ederse, yalnızca Kongo ve Ruanda için değil, tüm bölge için bir felaket senaryosu ortaya çıkabilir. Çatışmaların kontrol altına alınamaması, büyük güçlerin askeri ve ekonomik çıkarlarını korumak amacıyla doğrudan ya da dolaylı müdahalede bulunmasına yol açabilir. Uzun vadede, KDC’deki doğal kaynakların şeffaf bir şekilde denetlenmesi ve bölgesel barış girişimlerinin güçlendirilmesi, savaş ekonomisini sona erdirmenin anahtarı olacaktır.
Bölgesel istikrarın sağlanması için barış diplomasisine önem veren aktörlerin, özellikle Türkiye gibi ülkelerin çözüm sürecinde yapıcı bir rol üstlenmesi faydalı olabilir. KDC’de yaşananlar, sadece bir ülkenin iç meselesi olmanın ötesinde, küresel sistemin nasıl işlediğini anlamak açısından da önemli bir örnek teşkil ediyor. Bu kriz, küresel ekonomiden diplomasiye kadar pek çok alanı etkileme potansiyeline sahip. Eğer gerekli adımlar atılmazsa, bu çatışma sadece bölgesel değil, küresel ölçekte de büyük insani ve ekonomik sonuçlar doğurabilir.
Kaynak: Daily Sabah